Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

13 Haziran 2013 Perşembe

Bir Hikaye Denemesi Bölüm VI



VI.                    BÖLÜM: SESSİZ GÜNÜN ÇIĞLIĞI
                 Gitmek en kolay olandır. Asıl mesele gitmek istediğin yerde, gitmek istediğin kişi de kalabilmektir. İşte o zaman bir şeyler başarabilmiş olursun. Yahut gitmek denildiği zaman akla gelen şey nedir? Nedir yani bu gitmek? Gitmek aslında içinde kalmayı barındıran bir kelimedir. Bir kere gitmek sözcüğünün içinde “gitme” diye bir şey vardır. Adı üzerinde gitme, kal. Yani kelimenin özünde bile bir ayrılamama isteği varken, gitmek ne kadar doğru bir şeydir. Gitti deriz mesela, kaybettiğimize. Ama yapılan fiili çekimlediğimizde gitme çıkar ortaya. Gitme aslında gitmek, ayrılmak eylemini belirtir. Lakin baktığımızda içinde gideni göndermeme arzusu beslenir. Şimdi kelimelerin bile derinlerinde bir yerinde gitme, gitmeme varsa gitmenin manası nedir. İnsanların kolaya kaçması, kalıp mücadele etmesi yerine ayrılıp uzaklaşması ne kadar münasip bir durumdur. İşte benim anlam veremediğim de budur.
                      Faruk eski bir kitabın arasından çıkan bu yazıyı daha fazla okumadı ve kitabın yeni sahibinin devam etmesi için tekrar eski yerine koydu. Bu şekilde yaşanmışlıkları olan şeylerde kaybolmayı, okuduğu her cümlede kendini bulmayı çok seviyordu. O yüzden sık sık antikacının kitap bölümünde zaman geçiriyordu. Neredeyse bakmadığı kitap kalmamıştı. Hemen hemen hepsini incelemiş, aralarında önceki sahiplerinin notları bulunanlara göz gezdirmişti. Yine öyle bir kitap bulmuş ve birini kaybetmenin acısıyla bir şeyler karalamış birinin yazdığı notu okumuştu. Artık öyle bir durumdaydı ki okuduğu her şeyde kendini arıyordu. Her olaya kendinden bir parça katmaya ve olayları kendiyle özdeşleştirmeye başlamıştı. Yaşadığı olaylar ona ağır geliyordu. Esrarengiz kız, Cemşit’in ölümü, nerden geldiği belli olmayan notlar, Ferhat’ın durumu yetmiyormuş gibi bir de eski anıları canlanıyordu daima. Kötü şey diyordu, bir insanla her yeri gezmek. Yarın öbür gün yollarınız ayrıldığında ayak bastığın her yer sana onu hatırlatıyor. Kafası çok karışıyordu, zaman zaman içinden çıkamayacağı düşünceler arasında boğuluyor, birisinin kafasını dağıtması için kendi kendine yakarıyordu. Bir insan varlığıyla başka bir insanı bu kadar mesut edebilir miydi? Yani nasıl oluyordu da bir insan başka bir insanın varlığıyla hayat bulabiliyordu. Ondan öncesini düşünüyordu Faruk. Hayatı ne kadar da sıradandı, tıpkı şimdi olduğu gibiydi. Tek farkı eskiden aksiyonlu bir yaşam süremiyordu şimdiki gibi… Ona o kadar kısa zamanda o kadar çok bağlanmıştı ki bir gün yok olacağını aklından bile geçirmemişti. Adeta o var diye yaşıyordu. Hayatı ona bağlamaya başlamıştı, gözlerinde tozpembe bir perde vardı her şeye o perdeden bakıyordu sanki. Düşünüyordu, insanı bir insanın varlığı böyle yaşama sevinciyle dolduruyorsa yokluğu ne yapardı? Canı çok acıyordu, ne zaman sureti zihninde canlansa karnına baş edilemez ağrılar saplanıyor, elleri havanın soğukluğuna bakmadan ter içinde kalıyordu. Birçok kere nefes alamadığına ve yerin ayaklarının altından kaydığına yemin edebilirdi. Yokluğuna hâlâ alışamıyordu, her gün onu düşünmekten gece geç saatlere kadar uyuyamıyor, sabahları da rüyalarında onu görerek uyanıyordu. Çok kez kendini bu amansız ve sonsuz düşüncelerden kurtarmak için yemin etmiş, ama ruhuna ve bedeni arzularına söz geçirememişti. Artık kendisi de bu durumdan tükenmişti. Bazen kendini olayların akışına bırakmayı, artık unutmak için çabalamamayı, hatta bunlardan kurtulabilmek için ölmeyi bile düşünüyordu. Ancak bu yıkıcı düşüncelerinden çabuk vazgeçiyordu. Yine bu şekilde kendi düşünceleri içinde boğulup, can yeleği ararken göz attığı kitaplardan birinde yine kendini bulmuştu. Her geçen gün olduğu gibi bu gün de bir daha okumamaya söz vererek yerine koyduğu bu eski, içi geçmişin acılarıyla dolu kitabı raftaki yerine bıraktı.
                     Cemşit Amca bugün dükkâna gelmemişti. O yüzden bütün iş kendisine kalmış ve dükkânı çekip çevirmeye başlamıştı. Yanında kimse olmayınca çok sıkılıyordu, Cemşit Amca’nın bereketinden midir bilinmez bugün pek müşteri de yoktu. Sandalye de oturmuş canı sıkılırken gözü yine raflardaki kitaplara kayıyor, sonra da kafasını tekrar çevirip verdiği sözü hatırlıyordu. Yine aynı şekilde dükkâna göz gezdirirken içeriye yirmili yaşlarda bir genç girdi. Saçları epey uzundu, küçücük düğme gibi bir burnu vardı, yüzünde bir tane bile tüy yoktu, saçlarının arasından biraz görünen kulağının kenarında küpe olduğunu tahmin ettiği bir pırıltı vardı. Boyu çok uzun değildi ama oldukça zayıftı. Üzerinde İngilizce yazılar olan siyah bir tişört, altında asker yeşili bir pantolon vardı. Ayakkabıları sandığı kadarıyla birkaç günlüktü ve bezdi. İçeriye girdikten sonra Faruk’a ürkekçe bir bakış atarak yanaştı:
          “Onun kim olduğunu biliyorum.” Dedi, sesinde gizemli bir hava vardı.
          “Kimin kim olduğunu biliyorsun?”
          “O kızın. Hani burada işe başlamadan bir önceki gün dükkânın önüne kadar kovaladığın sonra elinden kaçırdığın kız vardı ya işte onun kim olduğunu biliyorum.”
           Faruk oldukça şaşırmıştı. Hiç beklemediği bir anda hiç beklemeyeceği birinden duyduğu bu cümleler onu şoka sokmuştu. Çocuğun onun kim olduğunu bilmesinden çok o günü, onu nasıl kovaladığını bilmesine şaşırmış ve merak etmişti:
          “ Se-Sen nerden biliyorsun? Kimsin sen? Onu kovaladığımı nerden biliyorsun?”
          “O gün onu ilk fark ettiğin zaman, bende oradaydım. Elimde broşürler vardı, bizi konuşurken gördün, sonra o kaçmaya başlayınca sende arkasından gittin. Ben de merak ettim sizi takip ettim. Sonra da sen buradaki adamla bir şeyler konuştun içeri girdin, bende gittim.”
          “Anlayamıyorum, teker teker anlatır mısın bana, kimdi o, sen onu nereden tanıyorsun? Neden geldin, niye daha önce değil de şimdi geldin?”
         “İsmi İrem, bizim kiracımızdı kendisi. Daha önce bilmiyordum hiçbir şeyi. Evimizden apar topar taşındı. Ben de o gittikten sonra evde bir defter buldum. Orada yazıyordu buranın adresi, senin kim olduğun falan. Bende bunları kafamda birleştirdim, gelip anlatmayı uygun buldum.”
         “Bu kadar mı yani ? Beni neden takip ettiği falan yazmıyor mu orada? Sen biliyor musun peki? Daha fazla bilgi verebilir misin onun hakkında bana?” Faruk o kadar heyecanlıydı ki genç oğlanı soru yağmuruna tutuyordu. Bir ipucu yakalamıştı ve belki de birazdan her şey çözülebilirdi. Heyecanına engel olamıyor, meraklı gözlerle genç çocuğu sıkıştırıyordu.
          “Fazla bir şey bilmiyorum. Aslında bende meraktan geldim biraz da. Belki sen bir şeyler biliyorsundur diye. Benim bildiklerim bu kadar umarım sana yardımcı olmuşumdur. He bir de unutmadan söyleyeyim, sen sormadan. Nereye gittiğini bilmiyoruz. Birden eşyalarını toplayıp gitti. Şehri terk etmiş diyordu annem ama bana sorarsan sanmam. Onun seninle bir işi var gibiydi. Bizi gördüğün o günde bana, karşıdaki adama dikkatle bak Mesut demişti. Tam bakınca sen gördün devamı gelmedi. Neyse bana müsaade eğer ihtiyacın olursa bana büyük caminin yanındaki sarı evde oturuyorum, gelirsin. Görüşürüz dostum.” Dedi, uzun saçlı yeni yetme.
         Faruk hâlâ duyduklarının etkisi altındaydı. Elinde hiçbir şey yokken birkaç ipucu bulmuştu. Bunlar pek işe yarar mıydı, emin değildi ama en azından ismini biliyordu. İrem, ne de güzel bir isimmiş diye geçirdi içinden. Acaba benimle ne işi var. O gün Cemşit’in cenazesine Cemşit için değil de acaba benim için mi gelmişti diye düşündü. Parçaları teker teker birleştirme zamanı gelmişti. İlk defa başladığı bir işi tamamlamaya bu kadar istekliydi. Bu sefer yarım bırakmayacağını ve işin sonunu görene kadar çabalayacağına inanıyordu. Midesinde ki buruk ağrı birkaç günün ardından ilk defa geçer gibi olmuştu. İsmini öğrenmesi bile üzerinden büyük bir yükün kalkmasını sağlamıştı. Şu not işinin de onunla bağlantısı olduğuna artık iyice inanmaya başlamıştı. O konunun da üzerine gitmek, aradaki bağlantıyı ortaya çıkartmayı hedefliyordu. Fakat bugün Cemşit Amca’nın yokluğu ve tek başına dükkânda kalmasının yanı sıra duydukları da onu hem ruhi hem de fiziki açıdan oldukça yormuştu. Eve gidip bir duş alıp, hemen yatacağım, artık İrem’in olayına yarın bakarım diyerek dükkânı kilitledi ve yalnızlığının sarayına doğru yol aldı.