VIII.
BÖLÜM:
KENDİNDEN KAÇIŞ
Faruk
ellerini yüzüne kapatmış ağlamaya devam ediyordu. Bir çeşit transa girmiş
gibiydi. Gözlerinden akan yaşlar yüzünü epeyce ıslatmıştı. Hatta bazı damlalar
süzülürken yüzünün belirli bölümlerini kaşındırmış olmalıydı ki o damlaları Cemşit Amca’nın torbasından
aldığı gömleğin koluna siliyordu. Gömleğin kol kısmı damlalar yüzünden
sırılsıklam olmuştu. Ellerini yüzünden çekti, artık ağlamayı kesmiş, sadece
burnunu çekmeye ve arada bir hıçkırmaya başlamıştı. Başında inanılmaz korkunç
bir ağrı vardı. Bir süre daha koltukta oturmaya devam etti. Bakışlarını
karşısındaki boş duvara sabitlemiş, olanları ve olacakları tekrar gözden
geçiriyordu. Birkaç saat önce istemeden de olsa birisini öldürmüştü. Bir karar
vermesi gerekiyordu. Ya vicdanına yenilip gidip teslim olacaktı ya da bir hâl
çaresini bulana kadar kaçak hayatı yaşayacaktı. Artık bu evde hatta bu şehirde
kalamazdı. Hızlı karar vermesi gerekiyordu. Ancak kararsız bir yapıya sahip
olduğu için sık sık karar değiştiriyordu. Kâh koltuktan kalkıyor, eline
telefonu alıyordu kâh sırt çantasını aramak için yatak odasına yöneliyordu. Bir
şeyleri berbat etmeden de karar vereceğe benzemiyordu. İşe ilk önce duşa
girmekle başladı. Üzerindeki kan lekelerini temizlemeliydi, onları gördükçe
daha kötü oluyordu. Üzerindekileri çıkartıp duşa girdi, bir ağlama krizi de
duşta geçirdikten sonra, çıktı üstünü giyindi. Cemşit Amca’nın kıyafetlerinden
kurtulması gerekiyordu. Ama önce şu elindeki yarayla ilgilenmeliydi. Suyun
etkisiyle de kesikler iyice açılmıştı ve korkunç bir acı veriyordu. Yatak
odasında bulunan komodinin çekmecesinden bir parça sargı bezi ve tentürdiyot
alarak tekrar banyoya döndü. Açık olan yaraya biraz tentürdiyot döktü ve sıvının
derisinin arasına girmesiyle çığlık atması bir oldu. O acıyı yaşarken aklına
birkaç saat önce yaptıkları geldi. Kendisi daha ufak bir kesikte bile bu kadar
bağırabiliyordu. Ama bir insanı gözünü kırpmadan öldürebilmişti. O koca dev
Ferhat’ın dizlerinin üstüne çöküşü ve ağır çekimde yere devrilişi gözlerinin
önünde tekrarlanıp duruyordu.
Elindeki yaraya
pansuman işini bitirdikten sonra, eline bir makas alarak üzerinden çıkarttığı
kıyafetleri parçalamaya başladı. Hepsini küçük küçük parçalara ayırdıktan sonra
parçaları alıp banyo lavabosuna bıraktı. Buzdolabından, sıcak yaz günleri
ferahlamak için koyduğu kolonyayı çıkarttı, kıyafet parçalarının üzerine döktü.
Parçalardan birisini alıp banyodaki çamaşır makinesinin üzerinde ki çakmakla
tutuşturdu. Çakmağı daha önceleri milattan kalma şofbeni tutuşturmak için
kullanıyordu ve bir kez daha işe yaramıştı. Elbise parçaları lavaboda yok
olurken o da çantasını hazırlamak için odaya doğru yöneldi. Aslı ile gitmeye
yeltendikleri ve ayrılmalarıyla suya düşen kamp planı için aldığı askeri yeşil
kamp çantasını yatağın altından çıkarttı. Hiç işe yaramayacağını düşünüyordu
ama günü gelmişti ve bir işe yarayabilirdi. Dolaptan birkaç parça giyecek bir
şeyler koydu. Birkaç parça da iç çamaşırı. Sanki bir yaz kampına gidiyormuş
gibi diş fırçası, tarak, deodorant, havlu gibi nerede kullanabileceğini
bilmediği eşyaları da çantasına yerleştirmişti. Daha başka ne koyabilirim diye
düşünürken gözü kütüphanesinin rafındaki Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri’ne
ilişti. Bu kitabı çok severdi ve onunda yanında olması gerektiğini düşündü.
Kütüphanesinin rafındaki kitabı alırken ayağı alttaki dolap kapağına takıldı ve
kapak açılır açılmaz içindeki büyük kutu yere düştü. Düşen kutunun içindeki
gereksiz birkaç parça eşyanın arasında duran, içinde dergide yayımlanan kendi
ve amatör yazarların yazılarının bulunduğu usb bellek ve Cemşit’in intiharından
sonra ona verilen siyah kaplı telli defter dikkatini çekti. Bu iki önemli
hatırayı da yanına alma ihtiyacı hissetti. Ayrı olarak o usb bellek onun için
önemli bir yer taşıyordu. Çünkü içinde yıllar yılı gelişimini gösteren yazılar
ve okumaktan hoşlandığı amatör hikayeler vardı. Hem daha Cemşit’in defterini
okumamıştı da. Kim bilir onun içinde ne sırlar saklıydı…
Çanta artık hazırdı,
ancak unuttuğu bir şey vardı ki Cemşit’in zor durumlar için cüzdanının
kullanmadığı bir köşesinde sakladığı 200 Tl’si dışında beş kuruşu yoktu. Bu
para da ona ancak bir hafta yetebilirdi. Daha ne kadar kaçak olarak
yaşayacağını bilmiyordu ve aklına bu durum gelince iyice karamsarlığa
kapılmıştı. Umutsuzca kendini koltuğa bıraktı. Bir çareye daha ihtiyacı vardı.
Sağ elini baş ve işaret parmakları arasında sıkıştırdığı kafasının içinde bir
şeyler dönüyordu.
Kendi kendisine
birden “ Mesut” dedi seslice.
“Mesut ağabeyi
arayıp ondan borç isteyebilirim. Şu anda yurt dışında olmalı zaten, hiçbir şey
söylemem.” Çareyi bulduğunu düşünüyordu. Telefon rehberinden Mesut Kür’ü bulup
arama tuşuna bastı. Telefonun çalmaya
başlamasıyla içinde tarifi mümkün olmayan, korku ve heyecanla karışık bir duygu
vardı. Telefonu tok bir sese sahip, muhtemelen 45-50 yaşlarında, düzgün Türkçe
konuşan birisi açtı.
“Alo, Faruk sen
misin? Öğrendin demek kim söyledi sana ? Ramazan mı söyledi yoksa? Yahu onun da
ağzında bakla ıslanmıyor, güya sürpriz yapacaktık.” Faruk bir terslik olduğunu anladı. Telefonu
kapatıp kapatmamak arasında kaldı ama kapatmayım konuşmayı tercih etti.
“ Mesut ağabey benim
Faruk. Nasılsın ağabey iyi misin? Ben öyle ne yapıyorsun diye bir arayım dedim.
Ses seda yok senden falan diye. Bir de bir isteğim olacaktı ağabey senden.
Biliyorsun Cemşit rahmetli oldu. Başımıza bir sürü iş geldi, ben de biraz
tatile çıkayım dedim. Evdeki hesap çarşıya uymayınca Ankara’da mahsur kaldım.
Yani ağabey eğer varsa senden 4-5bin Tl falan borç isteyecektim. Burada biraz
açıldım da.” Faruk söylediği yalanın ne kadar gerçek dışı olduğunun
farkındaydı. Ancak bu streste aklına başka bir şey gelmemişti. Mesut bir süre
telefonda ses çıkartmadan bekleyince Faruk anladığını düşündü. Sonunda Mesut
konuşmaya başladı.
“Dostum hayırdır başına bir iş gelmedi
ya? Bir de biliyorsun ben Somali deydim. Daha yeni döndüm ve yarın geri
gideceğim. Bütün birikimi orada yedim. Orada yeni bir iş almak üzereyim ben de
beş parasız kaldım yani. Biliyorsun olsa hemen vereyim ama bende de yok. Ama
istersen…” Mesut daha sözünü bitirmeden Faruk telefonu kapatmıştı. Adamın lafı
daha ağzında daha fazla gevelemesine fırsat vermemişti. Çare olarak gördüğü bir
kapı daha suratına kapanmıştı. Artık yardım isteyeceği kimsesi de kalmıştı. Bir
an Ruslan’ı aramayı düşündü ama o da şimdi Rusya’da olmalıydı. Onu da bu işin
içine bulaştırmaya hiç gerek yoktu ve eğer başı daha fazla sıkışırsa onu
aramayı aklının bir köşesine not etti.
Faruk telefonu
pantolonunun cebine koyduktan sonra izlediği bir film aklına geldi. Orada bir
kaçak, telefon görüşmesi yapıyor ve polisler onu bu konuşma sayesinde takip
ederek yerini buluyor ve yakalıyorlardı. Kendisi de böyle bir şeye kurban
gitmek istemiyordu. O yüzden telefonunu tekrar pantolonun cebinden çıkarttı.
İçinden önemli ve işe yarayan birkaç numarayı çantasına attığı defterlerden
birisinin arka sayfasına yazdı. Sonra telefonun içinde bulunan küçük sim
kartını çıkarttı ikiye kırıp banyo da hâlâ yanmaya devam eden elbise
parçalarının üzerine attı. Evde oldukça zaman kaybetmişti, artık ayrılması
gerekiyordu. Birileri dükkana gitmiş, Ferhat’ın cansız bedenini yerde yatarken
görmüş olabilirdi. Lavabodaki kül olmuş elbise parçalarını elleriyle alıp
tuvalete attıktan sonra sifonu çekti ve onlardan kurtuldu. Evine son bir kez
göz gezdirirken tablet bilgisayarını almayı unuttuğunu gördü. Bilgisayar onun
için önemli bir ihtiyaç olabilirdi, artık her köşe başında internet vardı ve
kendisi internet sayesinde belki hakkında birkaç bilgiye bile ulaşabilirdi.
Bilgisayarı da çantasına yerleştirdikten sonra kapıyı çekti, alışkanlık olarak
kapıyı kitledikten sonra evden ayrıldı.
Sırtında sırt çantası,
başında korkunç bir ağrı ve korkulu bir ifadeyle sokağa atılmıştı. Bütün gözleri
yüzünde hissediyordu. Yola çıkmıştı fakat bir plan yapmış değildi. Tek isteği
buralardan uzaklara gitmek ve kendini biraz da olsa güvende hissetmekti.Cadde
de insanların az bulunduğu tarafları tercih ediyor, genelde ıssız sokaklarda
yürüyordu. Kimselerin olmadığı tenha sokaklarda gezinirken, zihninde hâlâ
birkaç saat öncesini canlandırıyordu. Her ne kadar bu düşünceyi zihninden
uzaklaştırmak istese de dönüp dolaşıp yine aynı görüntüye saplanıp kalıyor ve
bununla beraber bir ürpermeye sahip oluyordu. Hava kararmak üzereydi, rüzgarın
da etkisiyle biraz serinlemişti. Hâlen nereye gideceğine karar verememişti.
Otele gitmek hem tehlikeliydi hem de cebindeki tüm parasını bir gece konaklamak
için veremezdi. Şehir de yanına sığınabileceği kimse de yoktu. Daha önceleri
Cemşit ile sokakta sabahladıkları oluyordu ama o zaman da arabanın içinde
ısınabiliyordu. Şimdi öyle bir imkanı da, arkadaşı Cemşit de yoktu. Zaten
yalnız olan hayatı iyice yalnızlaşmıştı ve bu yalnızlık beraberinde karanlığı
da getirmişti.
Uzunca bir yol yürüdükten sonra
yaşadığı muhitten epeyce uzaklaşmıştı. Tanıdık gelen yüzler ve tanıdık gelen
mekânları geride bırakmıştı. Şimdi geceyi geçirecek bir yer bulmalıydı. Bu gece
uyuyamayacağını biliyordu. Yani uyumaya imkanı olan bir yer bulsa bile gözüne
uyku girmeyeceğinin farkındaydı. Sabahçı kahvelerinden birinde oturup, geceyi
orada geçirmeyi, bu süre zarfında da önündeki zaman dilimi için bir plan
yapmayı düşündü ve düşüncelerini faaliyete geçirmek için açık bir kahvehane aramaya
başladı. İki yanında birbirine bitişik yapılmış eski ve yıpranmış
gecekonduların bulunduğu bayırlı sokaktan aşağı doğru kafasındaki bin bir
düşünceyle inmeye başladı. Derinden gelen sesleri takip ederek caddeye çıktı.
Hava iyice karardığı için sokak lambaları yanmış, arabalar farlarını açmıştı.
Uzaktan hızla gelen arabanın farı gözüne gelince bir anda kolunu yüzüne
kapattı. Birkaç saattir karanlık sokaklarda turladığı için ışığa hemen
alışamamıştı. Saatlerdir yürümenin ve bugün boyunca yaşadığı stres açlıkla
birleşmişti. Kendisini çok yorgun hissediyordu, her an caddenin ortasında düşüp
bayılacağımdan endişeleniyordu. Biraz acele etmeliyim diye düşündü. Caddenin
kendisine göre solundan ilerleyerek açık bir kahvehane aramaya başladı. Birkaç
metre ilerde caddenin karşı tarafında bir tane gördü ve oraya gidebilmek için
ilerledi. Tam karşıya geçiyordu ki arkasından ince ve titrek bir bayan sesi:
“Faruk” diye
seslendi. Sesin geldiği tarafa kafasını çevirdiğinde kimi göreceğini tahmin
bile edemiyordu. O birkaç saniyelik zaman dilimi içerisinde aklından bir sürü
isim kayıp geçti. Hatta bunların arasında çok uçuk bile olsa Aynur ismi de
vardı. Arkasını döndü ve hiç beklemediği bir yüzle karşılaştı. Bu beklenmedik kişi, günün yorgunluğu ve
saatlerdir bir şey yememesi birleşerek Faruk’u bitirmişti. Ayaklarının ve
ellerinin titrediğini hissetti, gözleri kararıyordu, biraz önce çok net gördüğü
siluet mozaikleşmişti, süliete doğru birkaç adım attıktan sonra yere yığıldı ve
bilinciyle beraber gözleri de kapanmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder