Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Ağustos 2013 Perşembe

Bir Hikaye Denemesi Bölüm VIII

VIII.                    BÖLÜM:  KENDİNDEN KAÇIŞ
                                                                 Faruk ellerini yüzüne kapatmış ağlamaya devam ediyordu. Bir çeşit transa girmiş gibiydi. Gözlerinden akan yaşlar yüzünü epeyce ıslatmıştı. Hatta bazı damlalar süzülürken yüzünün belirli bölümlerini kaşındırmış olmalıydı ki  o damlaları Cemşit Amca’nın torbasından aldığı gömleğin koluna siliyordu. Gömleğin kol kısmı damlalar yüzünden sırılsıklam olmuştu. Ellerini yüzünden çekti, artık ağlamayı kesmiş, sadece burnunu çekmeye ve arada bir hıçkırmaya başlamıştı. Başında inanılmaz korkunç bir ağrı vardı. Bir süre daha koltukta oturmaya devam etti. Bakışlarını karşısındaki boş duvara sabitlemiş, olanları ve olacakları tekrar gözden geçiriyordu. Birkaç saat önce istemeden de olsa birisini öldürmüştü. Bir karar vermesi gerekiyordu. Ya vicdanına yenilip gidip teslim olacaktı ya da bir hâl çaresini bulana kadar kaçak hayatı yaşayacaktı. Artık bu evde hatta bu şehirde kalamazdı. Hızlı karar vermesi gerekiyordu. Ancak kararsız bir yapıya sahip olduğu için sık sık karar değiştiriyordu. Kâh koltuktan kalkıyor, eline telefonu alıyordu kâh sırt çantasını aramak için yatak odasına yöneliyordu. Bir şeyleri berbat etmeden de karar vereceğe benzemiyordu. İşe ilk önce duşa girmekle başladı. Üzerindeki kan lekelerini temizlemeliydi, onları gördükçe daha kötü oluyordu. Üzerindekileri çıkartıp duşa girdi, bir ağlama krizi de duşta geçirdikten sonra, çıktı üstünü giyindi. Cemşit Amca’nın kıyafetlerinden kurtulması gerekiyordu. Ama önce şu elindeki yarayla ilgilenmeliydi. Suyun etkisiyle de kesikler iyice açılmıştı ve korkunç bir acı veriyordu. Yatak odasında bulunan komodinin çekmecesinden bir parça sargı bezi ve tentürdiyot alarak tekrar banyoya döndü. Açık olan yaraya biraz tentürdiyot döktü ve sıvının derisinin arasına girmesiyle çığlık atması bir oldu. O acıyı yaşarken aklına birkaç saat önce yaptıkları geldi. Kendisi daha ufak bir kesikte bile bu kadar bağırabiliyordu. Ama bir insanı gözünü kırpmadan öldürebilmişti. O koca dev Ferhat’ın dizlerinin üstüne çöküşü ve ağır çekimde yere devrilişi gözlerinin önünde tekrarlanıp duruyordu.
                             Elindeki yaraya pansuman işini bitirdikten sonra, eline bir makas alarak üzerinden çıkarttığı kıyafetleri parçalamaya başladı. Hepsini küçük küçük parçalara ayırdıktan sonra parçaları alıp banyo lavabosuna bıraktı. Buzdolabından, sıcak yaz günleri ferahlamak için koyduğu kolonyayı çıkarttı, kıyafet parçalarının üzerine döktü. Parçalardan birisini alıp banyodaki çamaşır makinesinin üzerinde ki çakmakla tutuşturdu. Çakmağı daha önceleri milattan kalma şofbeni tutuşturmak için kullanıyordu ve bir kez daha işe yaramıştı. Elbise parçaları lavaboda yok olurken o da çantasını hazırlamak için odaya doğru yöneldi. Aslı ile gitmeye yeltendikleri ve ayrılmalarıyla suya düşen kamp planı için aldığı askeri yeşil kamp çantasını yatağın altından çıkarttı. Hiç işe yaramayacağını düşünüyordu ama günü gelmişti ve bir işe yarayabilirdi. Dolaptan birkaç parça giyecek bir şeyler koydu. Birkaç parça da iç çamaşırı. Sanki bir yaz kampına gidiyormuş gibi diş fırçası, tarak, deodorant, havlu gibi nerede kullanabileceğini bilmediği eşyaları da çantasına yerleştirmişti. Daha başka ne koyabilirim diye düşünürken gözü kütüphanesinin rafındaki Cemal Süreya’nın Sevda Sözleri’ne ilişti. Bu kitabı çok severdi ve onunda yanında olması gerektiğini düşündü. Kütüphanesinin rafındaki kitabı alırken ayağı alttaki dolap kapağına takıldı ve kapak açılır açılmaz içindeki büyük kutu yere düştü. Düşen kutunun içindeki gereksiz birkaç parça eşyanın arasında duran, içinde dergide yayımlanan kendi ve amatör yazarların yazılarının bulunduğu usb bellek ve Cemşit’in intiharından sonra ona verilen siyah kaplı telli defter dikkatini çekti. Bu iki önemli hatırayı da yanına alma ihtiyacı hissetti. Ayrı olarak o usb bellek onun için önemli bir yer taşıyordu. Çünkü içinde yıllar yılı gelişimini gösteren yazılar ve okumaktan hoşlandığı amatör hikayeler vardı. Hem daha Cemşit’in defterini okumamıştı da. Kim bilir onun içinde ne sırlar saklıydı…
                          Çanta artık hazırdı, ancak unuttuğu bir şey vardı ki Cemşit’in zor durumlar için cüzdanının kullanmadığı bir köşesinde sakladığı 200 Tl’si dışında beş kuruşu yoktu. Bu para da ona ancak bir hafta yetebilirdi. Daha ne kadar kaçak olarak yaşayacağını bilmiyordu ve aklına bu durum gelince iyice karamsarlığa kapılmıştı. Umutsuzca kendini koltuğa bıraktı. Bir çareye daha ihtiyacı vardı. Sağ elini baş ve işaret parmakları arasında sıkıştırdığı kafasının içinde bir şeyler dönüyordu.
                            Kendi kendisine birden “ Mesut” dedi seslice.
                            “Mesut ağabeyi arayıp ondan borç isteyebilirim. Şu anda yurt dışında olmalı zaten, hiçbir şey söylemem.” Çareyi bulduğunu düşünüyordu. Telefon rehberinden Mesut Kür’ü bulup arama tuşuna bastı.  Telefonun çalmaya başlamasıyla içinde tarifi mümkün olmayan, korku ve heyecanla karışık bir duygu vardı. Telefonu tok bir sese sahip, muhtemelen 45-50 yaşlarında, düzgün Türkçe konuşan birisi açtı.
                             “Alo, Faruk sen misin? Öğrendin demek kim söyledi sana ? Ramazan mı söyledi yoksa? Yahu onun da ağzında bakla ıslanmıyor, güya sürpriz yapacaktık.”  Faruk bir terslik olduğunu anladı. Telefonu kapatıp kapatmamak arasında kaldı ama kapatmayım konuşmayı tercih etti.
                           “ Mesut ağabey benim Faruk. Nasılsın ağabey iyi misin? Ben öyle ne yapıyorsun diye bir arayım dedim. Ses seda yok senden falan diye. Bir de bir isteğim olacaktı ağabey senden. Biliyorsun Cemşit rahmetli oldu. Başımıza bir sürü iş geldi, ben de biraz tatile çıkayım dedim. Evdeki hesap çarşıya uymayınca Ankara’da mahsur kaldım. Yani ağabey eğer varsa senden 4-5bin Tl falan borç isteyecektim. Burada biraz açıldım da.” Faruk söylediği yalanın ne kadar gerçek dışı olduğunun farkındaydı. Ancak bu streste aklına başka bir şey gelmemişti. Mesut bir süre telefonda ses çıkartmadan bekleyince Faruk anladığını düşündü. Sonunda Mesut konuşmaya başladı.
                     “Dostum hayırdır başına bir iş gelmedi ya? Bir de biliyorsun ben Somali deydim. Daha yeni döndüm ve yarın geri gideceğim. Bütün birikimi orada yedim. Orada yeni bir iş almak üzereyim ben de beş parasız kaldım yani. Biliyorsun olsa hemen vereyim ama bende de yok. Ama istersen…” Mesut daha sözünü bitirmeden Faruk telefonu kapatmıştı. Adamın lafı daha ağzında daha fazla gevelemesine fırsat vermemişti. Çare olarak gördüğü bir kapı daha suratına kapanmıştı. Artık yardım isteyeceği kimsesi de kalmıştı. Bir an Ruslan’ı aramayı düşündü ama o da şimdi Rusya’da olmalıydı. Onu da bu işin içine bulaştırmaya hiç gerek yoktu ve eğer başı daha fazla sıkışırsa onu aramayı aklının bir köşesine not etti.
                        Faruk telefonu pantolonunun cebine koyduktan sonra izlediği bir film aklına geldi. Orada bir kaçak, telefon görüşmesi yapıyor ve polisler onu bu konuşma sayesinde takip ederek yerini buluyor ve yakalıyorlardı. Kendisi de böyle bir şeye kurban gitmek istemiyordu. O yüzden telefonunu tekrar pantolonun cebinden çıkarttı. İçinden önemli ve işe yarayan birkaç numarayı çantasına attığı defterlerden birisinin arka sayfasına yazdı. Sonra telefonun içinde bulunan küçük sim kartını çıkarttı ikiye kırıp banyo da hâlâ yanmaya devam eden elbise parçalarının üzerine attı. Evde oldukça zaman kaybetmişti, artık ayrılması gerekiyordu. Birileri dükkana gitmiş, Ferhat’ın cansız bedenini yerde yatarken görmüş olabilirdi. Lavabodaki kül olmuş elbise parçalarını elleriyle alıp tuvalete attıktan sonra sifonu çekti ve onlardan kurtuldu. Evine son bir kez göz gezdirirken tablet bilgisayarını almayı unuttuğunu gördü. Bilgisayar onun için önemli bir ihtiyaç olabilirdi, artık her köşe başında internet vardı ve kendisi internet sayesinde belki hakkında birkaç bilgiye bile ulaşabilirdi. Bilgisayarı da çantasına yerleştirdikten sonra kapıyı çekti, alışkanlık olarak kapıyı kitledikten sonra evden ayrıldı.
                         Sırtında sırt çantası, başında korkunç bir ağrı ve korkulu bir ifadeyle sokağa atılmıştı. Bütün gözleri yüzünde hissediyordu. Yola çıkmıştı fakat bir plan yapmış değildi. Tek isteği buralardan uzaklara gitmek ve kendini biraz da olsa güvende hissetmekti.Cadde de insanların az bulunduğu tarafları tercih ediyor, genelde ıssız sokaklarda yürüyordu. Kimselerin olmadığı tenha sokaklarda gezinirken, zihninde hâlâ birkaç saat öncesini canlandırıyordu. Her ne kadar bu düşünceyi zihninden uzaklaştırmak istese de dönüp dolaşıp yine aynı görüntüye saplanıp kalıyor ve bununla beraber bir ürpermeye sahip oluyordu. Hava kararmak üzereydi, rüzgarın da etkisiyle biraz serinlemişti. Hâlen nereye gideceğine karar verememişti. Otele gitmek hem tehlikeliydi hem de cebindeki tüm parasını bir gece konaklamak için veremezdi. Şehir de yanına sığınabileceği kimse de yoktu. Daha önceleri Cemşit ile sokakta sabahladıkları oluyordu ama o zaman da arabanın içinde ısınabiliyordu. Şimdi öyle bir imkanı da, arkadaşı Cemşit de yoktu. Zaten yalnız olan hayatı iyice yalnızlaşmıştı ve bu yalnızlık beraberinde karanlığı da getirmişti.
                      Uzunca bir yol yürüdükten sonra yaşadığı muhitten epeyce uzaklaşmıştı. Tanıdık gelen yüzler ve tanıdık gelen mekânları geride bırakmıştı. Şimdi geceyi geçirecek bir yer bulmalıydı. Bu gece uyuyamayacağını biliyordu. Yani uyumaya imkanı olan bir yer bulsa bile gözüne uyku girmeyeceğinin farkındaydı. Sabahçı kahvelerinden birinde oturup, geceyi orada geçirmeyi, bu süre zarfında da önündeki zaman dilimi için bir plan yapmayı düşündü ve düşüncelerini faaliyete geçirmek için açık bir kahvehane aramaya başladı. İki yanında birbirine bitişik yapılmış eski ve yıpranmış gecekonduların bulunduğu bayırlı sokaktan aşağı doğru kafasındaki bin bir düşünceyle inmeye başladı. Derinden gelen sesleri takip ederek caddeye çıktı. Hava iyice karardığı için sokak lambaları yanmış, arabalar farlarını açmıştı. Uzaktan hızla gelen arabanın farı gözüne gelince bir anda kolunu yüzüne kapattı. Birkaç saattir karanlık sokaklarda turladığı için ışığa hemen alışamamıştı. Saatlerdir yürümenin ve bugün boyunca yaşadığı stres açlıkla birleşmişti. Kendisini çok yorgun hissediyordu, her an caddenin ortasında düşüp bayılacağımdan endişeleniyordu. Biraz acele etmeliyim diye düşündü. Caddenin kendisine göre solundan ilerleyerek açık bir kahvehane aramaya başladı. Birkaç metre ilerde caddenin karşı tarafında bir tane gördü ve oraya gidebilmek için ilerledi. Tam karşıya geçiyordu ki arkasından ince ve titrek bir bayan sesi:

                           “Faruk” diye seslendi. Sesin geldiği tarafa kafasını çevirdiğinde kimi göreceğini tahmin bile edemiyordu. O birkaç saniyelik zaman dilimi içerisinde aklından bir sürü isim kayıp geçti. Hatta bunların arasında çok uçuk bile olsa Aynur ismi de vardı. Arkasını döndü ve hiç beklemediği bir yüzle karşılaştı.  Bu beklenmedik kişi, günün yorgunluğu ve saatlerdir bir şey yememesi birleşerek Faruk’u bitirmişti. Ayaklarının ve ellerinin titrediğini hissetti, gözleri kararıyordu, biraz önce çok net gördüğü siluet mozaikleşmişti, süliete doğru birkaç adım attıktan sonra yere yığıldı ve bilinciyle beraber gözleri de kapanmıştı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder