VII.
BÖLÜM:
BİR SON VE BİR İLK
Sabahın ilk ışıkları
perdenin arasından yüzüne vurduğunda rahatsız olmuş olacak ki pencereye arkasını dönmüştü. Bu da yetersiz gelmiş başının altındaki yastığı, başının
üstüne getirmişti. Son zamanlarda sık sık olduğu gibi bugün de kendini pek iyi
hissetmiyordu. Geçen her günün aksine bugün içindeki sıkıntı daha fazla
gibiydi. Zira gece boyunca uyuyamamış yatakta kıvrım kıvrım kıvranmıştı. Ara
sıra uykuya dalsa da rüyasında acayip şeyler görüp nefes nefese uyanıyordu.
Rüyadan rüyaya atlarken biran önce sabah olması için dualar ederken, şimdi
günün ışıması ve uykunun iyice bastırmasıyla zamanın durmasını ve biraz da olsa
uyumayı arzuluyordu. Ama yeni bir hayat başlangıcı yapmıştı ve bu hayatta
tembellik yoktu. En azından kendi kendine öyle bir söz vermişti tutamayacağını
bile bile. Daha öncekilerden daha zor bir şekilde yataktan kalktı, yapılması
gereken rutin işleri yaptı ve her zaman ki gibi işe gidebilmek için yola koyuldu.
Dükkâna geldiğinde ortada kimsecikler yoktu. Cemşit Amca’nın bugünde
gelmeyeceği çıkarımını yaptıktan sonra uzun bir uğraştan sonra dükkânın
anahtarlarını buldu, cebinden çıkardı ve kapıyı açtı. İçerde ki eskimiş eşya
kokusunu içine çekti. Biraz fazla çekmiş olacak ki ciğerlerine yapışan tozlar
yüzünden kısa bir öksürük krizi geçirdi. Hemen arka taraftaki tezgâhta bulunan
şişeden bir bardak su doldurdu, bir dikişte bitirdi. Bardağı yerine koydu, dükkânı
temizlemek için tezgâhın hemen yanındaki süpürgeyi aldı. Ortalığı yeniden toza
dumana kattıktan sonra temizliğini bitirdi. Son zamanlarda pek müşteri
gelmiyordu. O yüzden dükkân da oldukça canı sıkılıyordu. Neredeyse okumadığı
kitap kalmamıştı. Kendi yeni uğraşlar arıyordu ki birden aklına İrem geldi. Onu
nasıl bulabileceği hakkında biraz kafa patlattı. Olayın neresinden tutarsa
tutsun bir tarafı elinde kalıyordu. Her düşüncesinde İrem’in kim olabileceği
hakkında farklı düşüncelere dalıyordu. Hatta işi o kadar ilerletmişti ki
İrem’in Rus veya Amerikan ajanı olabileceğini ve kendisini yok etmek için
tutulduğunu bile aklından geçirmişti. Gerçi daha sonra bu düşüncesine öyle bir
gülmüştü ki, zaten arada sırada bir gelen müşteriler de onu muhtemelen deli
sanarak tuhaf bakışlarla dükkânı terk etmişlerdi.
Zaman geçmek bilmedikçe
sıkıntısı daha fazla artıyordu Faruk’un. Kendi kendine düşünmekten iyice korkar
olmuştu. Neredeyse paranoyak olacaktı, belki de olmuştu da farkında değildi.
Aklından tam Ferhat’ın ne zamandır dükkâna uğramadığını geçiriyordu ki Ferhat
bir hışımla içeriye girdi. Derin bir yarık olan burnundan adeta alev
fışkırıyordu. “Aynur” dedi içeri girer girmez. Elini yumruk şekline getirmişti.
Avuçlarının arasında da bir şeyler vardı. Biraz daha dikkatli bakınca onun bir kâğıt
parçası olduğunu anladı. Muhtemelen mektuptur diye geçirdi içinden. Ferhat
Faruk’a kanlanmış gözleriyle sert bir şekilde bakıyordu. Gözlerini Faruk’un
gözlerine dikti. Yumruğunu daha bir sinirli şekilde sıkıyordu. Sol ayağı sabit
şekilde sağ ayağını sürüyerek bir adım daha attı ve bu sefer daha yüksek sesle
“Aynur” diye bağırdı. “ Aynur’u sen öldürdün… Aynur’u sen öldürdün… Aynur’u sen
öldürdün…” durmadan aynı şeyleri tekrarlıyordu. Sağ eli yumruk şeklinde ve
içinde bir şeyleri saklarken sol elini de kafasında gezdiriyordu. Kafasını bir
ileri bir geri şekilde sallayarak tekrarlamaya devam etti. “ Aynur’u sen
öldürdün, katilsin sen katil, pis koca, pis katil seni öldüreceğim…” Faruk
olanlara anlam veremiyordu. Ferhat cinnet geçiriyor olmalıydı ve bu cinnetin
kurbanı Faruk olabilirdi. Bunu Ferhat’ın gözlerinden okumak için psikolog
olmaya gerek yoktu. Uzun zamandır ilk defa böylesine korktuğunu hissetti. Son
zamanlarda Tanrı’yla arası iyi gibiydi. İçinden dua etmeye bile başlamıştı.
Birazdan kan döküleceğini hissediyordu ki tam o anda Ferhat içeri girdiğinden
beri söylediklerini tekrar ederek Faruk’un üzerine yürüdü. Faruk tam kaçacaktı
ki tezgâha çarptı. Tam o esnada iri cüssesiyle Ferhat Faruk’u kavradığı gibi kaldırdı
ve bir metre kadar öteye fırlattı. Faruk’un sanki dili tutulmuştu bir şey
diyemiyordu. Sadece ağzından sessiz bir şekilde “ Dur, yapma! O ben değildim.”
Cümlesi dökülebildi. Ama Ferhat’ın gözü dönmüştü. Hiçbir şeyi duymuyor gibiydi.
Sadece Faruk’a odaklanmıştı ve onu tekrar yerden kaldırıp tezgâha dayadı.
Avucunun içindeki kâğıt yere düşmüştü. Sol eliyle Faruk’u tezgâha dayıyorken, sağ
elini tekrar yumruk haline getirdi ve Faruk’un sol kulağının tam altına sertçe
yerleştirdi. Yumruğun acısı daha Faruk’un beynine iletilmemişken Ferhat ikinci
yumruğu burnuna indirdi. Bu sefer Faruk burnundan kan geldiğini
hissedebiliyordu. Canı çok fazla yanıyordu. Ferhat ağzından salyalar saçarak “
Aynur’u sen öldürdün.” Diye bağırmaya devam ediyordu. Faruk ölümle yüz yüze
geldiğinin farkındaydı. Öldürücü darbenin ne zaman geleceğini merak ediyordu.
Ölümünün bir gün bir insanın elinden olacağını hiç tahmin etmiyordu. Kendi
kendine ben yazar hastalığından giderim herhalde diyip dururdu. Ama hiç de öyle
olmayacağa benziyordu. Aklından ölüm düşüncesi geçerken Ferhat yumrukları daha
aşağıya kaydırmış ve Faruk’un kaburgalarını kırmak için hamleler yapmaya
başlamıştı. Tam o esnada Faruk bir an gözünü açtı ve tezgâhta duran su
bardağını gözüne kestirdi. Ölmek istemiyordu. Daha doğrusu ölümle yüz yüze
gelince yaşamanın ne denli tatlı bir şey olduğunun farkına varmıştı. Sol eliyle
tezgâhtaki bardağa uzandı. Can havliyle nereye vuracağını kestirmeden elini
salladı ve bardak Ferhat’ın sağ boyun kısmına gelmişti. Çarpmanın etkisiyle
bardak parçalanmış ve birkaç parçası Ferhat’ın boğazına saplanmıştı. Bardaktan bir parça Ferhat’ın şah damarına
denk gelmiş olacaktı ki Ferhat Faruk’u bırakarak ellerini boynuna götürmüştü.
Ortalık adeta kan gölüne dönmüştü. Boynundan öyle çok kan fışkırıyordu ki Faruk
o görüntüye bakmaktan bardak kırıldıktan sonra eline batan cam parçalarını
hissetmiyordu. Ferhat dizlerinin üstüne çöktü. Gözleri kaymaya başlamıştı.
Dizlerinin üstüne çöktükten sonra yavaş yavaş vücudunun sağ tarafına doğru yatmaya
başladı. Sanki ağır bir çekimdeymiş gibi yere düştü. Sol eli titriyor, kan
banyosu içinde can çekişiyordu. Faruk, Ferhat’ın yerde yatan, can çekişmekte
olan bedenine bakakaldı. Biraz önce ölmeyi düşünürken, kendi bedeninin dünyada
var edebilmek için başka birinin bedenini toprakta çürümeye sevk etmişti.
Yaşama içgüdüsü böyle bir şey olmalıydı. Daha önce tabiri caizse karıncayı bile
incitmeyen bir insan dünyada nefes almaya devam edebilmek için başka bir
insanın canını almak üzereydi. Dergi de defalarca yazılarında bu insanları
lanetlemiş, can almanın bedelinin her iki dünya da da ağır olacağından söz
etmişti. Şimdi kendisi de lanetlediği o insanlar arasına adım atmak üzereydi.
Üstü başı kan olmuştu. Elleri ve bacakları titriyordu. Bilinci bir anlığına
kapanmıştı ama yavaş yavaş kendine geliyordu. Ne yapmasına karar vermesi
gerekliydi. Zira fazla zamanı yoktu. Her an birisi içeri girebilir ve manzarayı
görebilirdi. Kafasını bir sağa bir de sola salladıktan sonra Ferhat’ın artık
eli titremeyen bedenine son bir kez baktıktan sonra dükkânın anahtarlarını
masanın üzerinden alarak dışarı çıkmaya niyetlendi. Tam dışarıya doğru bir adım
atacaktı ki üstünün başının kan içinde olduğunu fark etti. Hemen görü döndü ve
tekrar kan gölünün üzerinden geçerek tezgâha yöneldi. Musluğu açtı önce elini,
kollarını sonra da yüzünü yıkadı, arka tarafa geçti. Cemşit Amca’nın
eskilerinin bulunduğu torbayı açıp oradan beli oldukça bol bir pantolon ve
yakaları eskimiş bol bir gömlek bulup üstüne geçirdi. Çok komik görünüyordu
ancak bu şu an için umurunda değildi. Düşündüğü tek şey bir an önce bu ortamdan
uzaklaşmaktı. Ayakkabılarını da üzerinden çıkardığı kanlı tişörtün temiz kalan
yerleriyle sildikten sonra kanlı kıyafetlerini eskilerin bulunduğu torbaya
doldurdu. Torbayı geri eski yerine hiç el değmemiş gibi koydu, dükkânı
kilitleyerek ürkek adımlarla uzaklaştı. Cadde de yürürken sanki herkesin
bakışları onun üzerindeydi. O öyle hissediyordu. İnsanların en az olduğu
yerleri tercih ederek yürümeye devam etti. Nereye gideceği hakkında da en ufak
bir fikri yoktu. Kalbi öylesine hızlı atıyordu ki biraz sonra ağzından
fırlayabilirdi. Uzun bir süre nereye gideceğini bilmeden yürüdükten sonra ıssız
bir parka girdi. Ellerinde cep telefonuyla müzik dinleyen üç erkek çocuğunun
dışında kimse yoktu. En köşedeki banka geçip oturdu. Burada biraz oturup ne
yapacağını planlaması gerekiyordu. En büyük temennisi de Ferhat’ın cesedinin
yarına kadar bulunmamasıydı. Yoksa hemen yakalanabilirdi. Vicdanı henüz
harekete geçmemişti. Korku acıma duygusunu da vicdanını da bastırıyordu. Yaşama
isteği insana neler yaptırıyor diye düşünüyordu. Bir insan öldürmüştü ve artık
kaçak bir hayat sürecekti. Ancak nereye gideceği, kimin yanına sığınacağı
hakkında aklına hiçbir şey gelmiyordu. Cemşit Amca’yı geçirdi bir an aklından.
Ama onun gibi bir insan Faruk’u hemen ele verirdi. Onun asla öğrenmemesi
gerekti. Adam ona güvenmişti ama o adamın dükkânında adamın sevdiği birisinin
canını almıştı. Hala olayın şokunu atlatamamıştı. Bir an için Cemşit’i geçirdi
aklından. O hayatta olsaydı kesinlikle onu yarı yolda bırakmazdı. Ona arka
çıkar, desteğini esirgemezdi. Çünkü kardeşti onlar, hatta kardeşten de öte…
Düşüncelerinden ve iç konuşmalarından sıyrılarak kafasını ellerinin arasına
aldı. Başını hafifçe eğip düşünmeye başladı. Önce şu üstündekilerden
kurtulmalıydı. Çünkü üstündeki kıyafetler onu hemen ele verebilirdi. Yaşının
çok üzerinde giyinmiş ve şüpheli hareketler yapan titrek ve korkak bir genç.
Daha fazla geç olmadan eve gidip birkaç parça eşya alıp buraları terk etmeliyim
diye düşündü ve bir hışımla ayağa kalktı.
Zaman kaybetmeden eve gidebilmek
için parkın köşesinde bulunan taksi durağından bir taksi tuttu. Taksici orta
yaşlarda sarı saçlı, uzun burunlu ve dudağının tam ortasında koca bir ben
bulunan bir adamdı. Faruk’a nereye gideceğini sordu. Faruk evi tarif ettikten
sonra, adamın Karadeniz şivesiyle sohbete girişme çabalarını sonuçsuz bıraktı.
Olayın şokuyla şoföre bir şeyler belli etmekten korkuyordu. Şoförün sohbet
ısrarı sonrasında sert bir şekilde “ İşine bak!” dedi. Bu sert çıkıştan sonra
şoför ağzını bile açmadan Faruk’u gideceği yere kadar götürdü. Faruk şoförün
parasını hemen verip üstünü almayı bile beklemeden arabadan indi. Elini cebine
attı, zor da olsa anahtarları çıkarttı. Kapıyı açarken elinin kesildiğini ve
tekrar kanlar içinde kaldığını fark etti. İçeriye girdi. Daha birkaç saat önce
bu evden tek sıkıntısı işe gitmek olan birisi olarak çıkmıştı. Şimdi ise bir
katil olarak geri dönmüştü. Elleri tekrar titremeye başlamıştı. Kendini hemen
tekli koltuğun üzerine attı. Kanlı ellerini yüzüne kapattı ve son birkaç saat
içinde yaşanılanları aklından geçirdi. Artık vicdanı yavaş yavaş etkin olmaya
başlamıştı. En sonunda dayanamadı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder