I.
II.
BÖLÜM:
ÖLÜM DOĞUYOR
Gidişinin ardından
neredeyse altı ay kadar geçmişti. Onun bıraktığı burukluktan kurtulmuştu hatta
bir nebze de olsa unutmuştu. Dergide işler o kadar iyi gitmiyordu, aynı şekilde
ev sahibi birikmiş borçları ödemesi için onu sıkboğaz ediyordu. Mesut ağabeyin
gidişinden sonra Cemşit dergiyi idare etmekte güçlük çekiyordu. Sevtap’ın
yazdığı bir yazı yüzünden açılan maddi tazminat davası yetmezmiş gibi bir de
amatör bölümünde yayınladıkları bir yazarın ağır politik eleştirisi yüzünden
dergi kapanmak üzereydi. Bu durum Cemşit’e oldukça ağır geliyordu, Faruk kendi
acısını bırakmış onun için uğraşıyordu. Öyle ki son birkaç haftadır durumu hiç
iyi değildi. Cemşit’in ailesi zengin bir aileydi. Babası Mehmet Kemal Bey
Çorum’un ileri gelen toprak zenginlerindendi. Ama babasının ölümünden sonra tüm
mirası Cemşit’e kalınca Cemşit onları babasının kazandığı yılların aksine
birkaç sene içerisinde eritti. Son kalan zor zaman arsasını da dergi için
satmak zorunda kaldı. Çünkü dergiden başka sığınacak bir yuvası kalmamıştı ki
zaten Mesut Ağabey’de o yüzden derginin idaresini Cemşit’e bırakıp gitmişti.
Artık bakıldığında derginin neredeyse yarısı boşalmıştı. Ramazan, Sadık,
Furkan, Lemi, Gülay ve Nermin’in zaten başka işleri vardı, dergiyi bırakıp
oraya geçtiler. Mualla ve Yunus da rakip olarak nitelendirdikleri “Ebedi-yat”
dergisine geçtiler. Bu durum Cemşit’i gerçekten çok yaralamıştı. Koskoca
dergide sadece üç yazar kalmıştı. Allah’dan Faruk da Cemşit de editörlükten
anlıyordu da şimdilik ayakta tutabiliyorlardı.
Günler günleri kovaladı ve
dergi kapandı. Fazla ayakta tutamadılar, bu durum Cemşit’e o kadar koymuştu ki
daha fazla dayanamadı. Faruk gece gelen telefonla uyandığında onları bırakmayan
diğer dergi yazarı ve aynı zamanda Faruk’un ilkokuldan arkadaşı olan Ruslan, Cemşit’e
hemen dergiye gelmesini söyledi. Faruk korktuğu şeyin başına geldiğini
anlamıştı ama arası pek iyi olmayan Tanrı’ya dualar ederek apar topar evden
çıktı. Birkaç dakika dolandıktan sonra bir taksi buldu ve dergiye ulaştı.
Polisleri ve ambulansı kapının önünde görünce dizlerinin bağı çözüldü ve yere
kapaklandı. Ruslan onun yere düştüğünü görünce koşarak yanına geldi ve yerden
kaldırdı. Faruk duymak istemediği şeyi duymak üzere ıslak bir gözle Ruslan’a
baktı ve ağzından “ Cemşit mi? “ haykırışları döküldü. Ruslan’ın da gözlerinde
yaş vardı ama Faruk’dan daha güçlüydü. Boğazını temizledi ve titrek bir sesle
anlatmaya başladı.
“ Dergiden biraz erken
çıkmıştım, biliyorsun artık toparlanıyoruz. Canım çok sıkkındı Lemi aradı bizim
Ali ağabeyin yerine gittik. Her neyse biraz içtikten sonra eve gideyim dedim
baktım evin anahtarları yok, bende dergide unuttum herhalde diyerek geri
döndüm. Baktım ışık açıktı seni var sandım çünkü Cemşit gideceğim ben,
gidiciyim ben deyip duruyordu. Ne bileyim böyle bir gitmekten bahsettiğini.
Birkaç kez seslendim kapıyı açan olmayınca girdim içeriye. Kendine çay demlemiş
daha bitirmemiş bile. Tavanda öylece sallanıyordu öylece…” Kolayca anlatabilmek
için konuyu uzattıkça uzatıyordu Ruslan. Ama Faruk’un dayanamayacağını görünce
kısa kesti öldü diyemedi. Bir edebiyatçı, bir şair nasıl ölebilirdi, bunu
Faruk’a nasıl söyleyebilirdi. Sadece “ sallanıyordu” dedi. “ Yüzünde garip bir
gülümseme vardı. Hani derdi ya bir gün öleceğim, hepimiz öleceğiz ama ben
çocuklar gibi şen gitmek istiyorum, diye. Öyle gitti Faruk, Cemşit o gitti,
bizi bıraktı.” İkisi de artık dayanamadı ve dizlerinin üstüne çökerek sarıldı ve ağlamaya başladılar.
Polisin “ Pardon Faruk bey
siz misiniz? “ demesiyle irkildiler ve ayağa kalktılar. Faruk ağlamaktan
konuşamaz hale gelmişti ama zor da olsa “ Buyurun benim.” Diyebildi. Polis daha
çok gençti belki bu sene mezun olmuştu belki de bu ilk göreviydi. Genç bayan
polis gözleri ağlamaktan kızarmış ve korkunç bir hale bürünmüş Faruk’a “ Cemşit
bey intihar etmeden önce bir not yazmış, üzerinde de “Faruk kardeşime” yazıyor.
Biz açmadık, eğer siz açabilirseniz belki bir şeyler… “ dedi ve kâğıdı Faruk’a
uzattı. Faruk kağıdı eline aldı ve gözlerinden süzülen bir damla yaş kağıda
düştü. Eliyle ıslaklığı yaydıktan sonra kâğıdı açtı. Fazla uzun değildi,
kemikli uzun burnunu çekti ve okumaya başladı.
“ Faruk, kardeşim;
Bilirsin biz seninle çok eski olmasa da eski bir geçmişe sahibiz. Bu
dergiye ikimizde her şeyimizi verdik. Hayatımızı, kadınımızı, ailemizi… Ama
beceremedim kardeşim. Her şeyde olduğu gibi bununda üstesinden gelemedim. Elime
yüzüme bulaştırdım. Hayatta yaptığım tek doğru iş seni tanımak oldu. Artık
dayanamıyorum, daha fazla bir şeyleri mahvetmeden gidiyorum. Seninle konuşurduk
ya hani, ölümümüz ilginç olsa, diğerlerinden farklı eğlenceli olsa diye. Ben
onu da beceremedim işte. Ama şen şakrak gidiyorum kardeşim. Her şeyin içine
ettim ve şen şakrak gidiyorum. Benden kurtuluyorsunuz. Ne olur peşimden erken
geleyim deme. Benim beceremediklerimi sen becereceksin. Bir de senin hep merak
ettiğin benim siyah, telli defterim vardı ya artık o senin. Onu oku, iyi oku.
Ama ne olur beni yargılama, bana küsme, beni cezalandırma. Neyse kapımı çalıyor
Azrail, bir de yağmur yağıyor hava serin, bana ölüm doğuyor, hakkınızı helal
edin.
CEMŞİT ALATURNAGİL”
Faruk kâğıdı elinden düşürdü,
kafasını bulutların arasından dolunayın aydınlattığı yağmurlu gökyüzüne
kaldırdı. Aynı filmlerde olduğu gibi ama bu sefer sadece Cemşit ile olan hayatı
bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçti. Olanlara inanamıyordu, “bana ölüm doğuyor” cümlesi kulaklarında
çınlıyordu. Rüya olmasını arzuluyordu, kâbustan uyanmak için ayağa kalktı
ellerini başının arkasında birleştirdi ve avazı çıktığı kadar bağırdı. “
Cemşiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiitt…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder