III.
BÖLÜM: YENİ BİR BAŞLANGIÇ
“ Hakkınızı helal ediyor musunuz?
“
“Helal olsun.”
“Merhum için El- Fatiha”
Faruk dedesinin onu daha dokuz
yaşındayken götürdüğü Cuma namazından sonra, camiye ilk gelişiydi. En son
duasını da o zaman etmişti. Ama Cemşit için bir kez daha yapabilirdi. Fatiha
suresini bilmiyordu. O yüzden ellerini açtı ve Allah’a Cemşit’i affetmesi için
yalvardı. Cenaze fazla kalabalık değildi. Dergiden eski arkadaşlar, ortak sahip
oldukları birkaç tanıdık ve daha önce Faruk’un hiç görmediği bir bayan. Faruk
ağlamaktan kızarmış gözbebekleri ve uykusuzluktan morarmış gözaltıyla etrafını
süzdü. Hep tanıdık yüzler görmeyi amaçlıyordu. Ama gözü baştan aşağı simsiyah
giyinmiş olan, yirmili yaşlarda, esmer tenli, gözlerinde büyük güneş gözlüğü
olan, saçlarını siyah bir şalla kapatmış, 1.65 boylarında ki kıza takıldı. Daha
önce onu hiç görmemişti, tanıdık birisi değildi, buna emindi. Kim olabilirdi
ki. Zihnini biraz zorladı, aklına kim olabileceği hakkında hiçbir şey gelmedi.
Cenaze bitmiş herkes dağılmak üzereydi. Cemşit’in kimsesi olmadığı için
taziyeleri de Faruk’a geliyordu. O yüzden Faruk biran önce eve geçmek istedi.
Son bir kez Cemşit’in mezarına göz attı ve oradan ayrıldı.
Faruk eve geldiğinde
Ruslan ve Nermin onları bekliyordu. Küçük evin bir odasına erkekler, biraz
geniş olan mutfakta ise kadınlar oturuyordu. Faruk önce odaya girdi üç arkadaş
vardı. Birisi derginin çaycısı Musa ağabey, diğerleri de Ruslan ve Ramazan.
Onlara hoş geldiniz dedikten sonra mutfağa geçti orada ise sadece Nermin ve
Musa ağabeyin karısı Nazan abla vardı. Onlara da hoş geldiniz dedi ve tekrar
odaya döndü. Faruk’un aklı hâlâ cenazedeki o kızdaydı. Kimdi o onu düşünüyordu.
Orada ne işi vardı. Tesadüfen gelmiş birisi olabilir miydi? Ama bu kadar
tesadüfü de biraz zorlama olarak görüyordu. Misafirler gelip gidiyor ama
Faruk’un zihnindeki o düşünce hâlâ saklı kalıyordu. O kızın kim olduğunu
öğrenmeliydi. Orada neden sormadığına hayıflanırken, Ruslan Faruk’a “ Senin
kafan bir şeye takılmış.” Dedi. Faruk sesin geldiği yere dönerek “ Nereden
çıkardın onu, Cemşit’in gidişine nasıl dayanacağım bilmiyorum. “ dedi ve
arkasını döndü. Ruslan “ Hayır bu başka bir şey seni tanıyorum. Ne zaman aklını
kurcalayan bir şey olsa parmaklarını teker teker kütletirsin. Bu sefer biraz
abarttın sanki dikkatli ol kırılacaklar.” Faruk Ruslan’ın haklı olduğunu biliyordu.
Ona söyleyip söylememekte tereddüt etti. Sonra “ Cenaze de arka tarafta duran
kızı hatırlıyor musun? Şu siyah giyimli, gözlüklü, siyah şallı kız.” Ruslan
gözlerini kıstı ve cenazeyi hatırlamak için kendini zorladı. “ Ben öyle
birisini hatırlamıyorum Faruk. Sen emin misin orada birisinin olduğuna? Kaç
gündür uykusuzsun, üzgünsün belki hayal görmüşsündür.” Dedi, biraz kaygılı
gözlerle Faruk’a baktı. Faruk Ruslan’ın dediklerinin doğru olabileceğini
düşündü. Ama onu görmüştü oradaydı. Belki de Ruslan hatırlamıyordu. Evet, evet
muhtemelen Ruslan hatırlamıyordu. Pek zorlamamıştı kendini hatırlamak için
anlaşılan.
Faruk akşamı zor etmişti. Böyle
şeylere pek ilgisi ve alakası olmadığı halde adettendir diye Musa ağabeyin
karısı Nazan abladan rica etmiş, helva kavurtmuş ve dua okutmuştu. Zaten bir
elin parmaklarını geçmeyen misafirler gittikten sonra kanepeye uzandı. Üzerinde
birkaç günün yorgunluğu vardı. Bünyesi artık çökmüştü, bir an acaba bende mi
öleceğim diye düşündü, sonra geçti. Cemşit’in ölümünün şokunu üzerinden
atmıştı. Şimdi gerçek anlamıyla düşünmeye başlamıştı. Artık dergi yoktu, Cemşit
yoktu, bugün aldığı bir haberle de Ruslan’ın Rusya’ya döneceğini öğrenmişti.
Yapayalnız bir başına kalacaktı. Ev sahibi durumunu bildiği için ona birkaç ay
mühlet vermişti, sözde kendisini toparlayabilmesi için. Öncelikle iş
bulmalıydı. Daha sonra ev işini halledebilirdi. Bir an duraksadı ne iş
yapabileceğini düşündü. Elinde yazma yeteneğinin yanında bir de çizme yeteneği
vardı ki ikisi de bu devirde kolay iş bulunabilecek alanlar değillerdi. İçini
büyük bir karamsarlık kapsadı. Uykuya dalmadan önce son bir kez daha cenazedeki
kızın gerçek olup olmadığını düşündü ve cevabını bile getirmeden, günlerin
yorgunluğuna yenik düştü.
Uyandığında saat sabah
11.43 ü gösteriyordu. Vücudunun dinlendiğini hissetti. Yatakta biraz
gerildikten sonra, doğruldu biraz da oturur vaziyette durduktan sonra kalktı.
Pencereye yöneldi, önce perdeyi sonra camı açtı. Kafasını dışarı doğru uzatıp
ciğerlerini eve göre daha temiz olan havayla doldurdu. Artık hayata yeniden
başlayacaktı. Çünkü sıfırlanmıştı, eskiye dair neredeyse hiçbir şey kalmamıştı.
Üstünü giyindi, tekli koltuğa oturdu ve en son o koltuğa oturduğunda olduğu
gibi birden ayağa fırladı. Oraya nerden
geldiğini bilmediği müzik setinin kumandası yine koltuğa sıkışmış ve o da
üstüne oturmuştu. Bu sefer kumandayı eline aldı tam fırlatacakken vazgeçti,
pencereden aşağı salladı. Ardından hiç oturmadan kendisini sokağa attı. Nereye
gideceğini bilmez bir vaziyette dolaşıyordu. Şehrin tam göbeğinde bulunan
sinemanın önünden geçerken karşı kaldırıma doğru kafasını çevirdi. Karşıda ki
broşür dağıtan genç adama bir şeyler anlatmaya çalışan kıza dikkatlice baktı. Evet,
oydu, Cemşit’in cenazesinde gördüğü o genç kızdı. Dikkatlice baktı, yanılıyor
olmaktan korkuyordu. O olduğuna emin olduktan sonra karşıya geçip kim olduğunu
sormayı düşündü. Yeşil ışığın yanmasını beklerken kız hareketlendi ve ara
sokağa girdi. Faruk da hemen arkasından hızla yürümeye başladı. Kızın acelesi
olmalıydı, çünkü ayağındaki topuklu ayakkabıya rağmen oldukça hızlı
yürüyordu. Faruk birden heyecanlandı,
kendisini kızı takip ederken görünce aklına okuduğu bir roman geldi. Yusuf
Atılgan’ın Aylak Adam’ındaki gibi kızı kaçırmaktan korkuyordu. Aklında bu
düşünceler dolanırken korktuğu başına geldi ve kız caddenin köşesinde bulunan
antikacının önünde çevirdiği taksiye bindi. Faruk arkasından koştu ama
yetişemedi, biran endişelendi, yanlış anlaşılmaktan korktu. Kızı taksiyle takip
etmek istedi ama cebinde sadece akşam yemeğini çıkartacak kadar para vardı. Bir
kez daha parasızlığına küfür etti, antikacının önünde bulunan çöp kutusundan
düşmüş pet şişeyi tekmeledi ve kendi kendine söylenmeye başladı. “Bu işte bir
iş var “ deyip duruyordu. Aklından onlarca düşünce geçirdi. Kız acaba onu mu
takip ediyordu. Evet, olabilirdi, “onu fark ettiğimi görünce broşürcü çocukla
konuşuyormuş gibi yaptı sonra peşinden gelince de kaçtı, baktı yakalayacağım
taksiye bindi.” İçinden bunları geçiriyordu. Ona oldukça mantıklı gelmişti. Ama
neden onu takip ediyordu. Bu soruya bir cevap bulamadı. Kimseye borcu yoktu,
Aslı gittikten sonra da hayatına hiçbir kız girmemişti. Hatta dergideki kızlar
dışında konuştuğu bir kız bile yoktu. Acaba dergiden bir hayranı olabilir miydi?
Bu düşünce de kafasına yatmıştı. Kaldırımın ortasında düşüncelere dalmışken
antikacıdan çıkan yaşlı bir sesle irkildi. “ Hayırdır delikanlı bir sorun mu var?
Deminden beri seni izliyorum, pet şişeyi tekmelemeler, kendi kendine konuşmalar
falan, iyi misin? İçeri gel, bir su vereyim kendine gel.” Faruk biran nerde
olduğunu unutmuştu. “ doğru ya, herkes beni deli sanacak” dedi içinden. Yaşlı
sesin geldiği amcaya dönerek “ Sağ ol bey amca, birini takip ediyordum da.” Yaşlı
amcanın tuhaf bakışlarından sonra ekledi.” Yani takip ediyorum derken, onu daha
önce de görmüştüm de orada ne işi vardı diye, şimdi tuhaf oldu biliyorum ama
öyle amca, ama kötü bir niyetim yok vallahi.” Faruk anlatma çalışırken daha da
saçmaladığının farkına vardı, sustu. “ Hele geç bir içeri delikanlı, bir
soluklan, çayımı iç, derdini anlat bakalım. “ dedi yaşlı amca. Faruk teklifi
geri çevirirse daha fazla yanlış anlaşılacağını düşündü ve içerdi girdi.
İçeride çok değişik, aşina
olmadığı ama hoşuna giden bir koku vardı. Antikacı dükkânı dar uzun bir
koridoru andırıyordu. Sağ tarafında eski bir dolap vardı. Sanırım Osmanlı
zamanından kalma diye düşündü, onun önünde ne olduğunu anlayamadığı ama
teraziyi andıran bir şey vardı. Sol tarafında ise duvara asılmış bir halı
vardı. Üzerinde Arapça yazılar bulunuyordu. Üzerindeki desenler bir savaşı
anlatıyor olmalıydı. Tam aklından antikacıların olmazsa olmazı pikabı
geçirirken bir sehpanın üzerinde duran radyoya gözü ilişti. Hatırlamıştı, dedesinin
de buna benzer bir tane radyosu vardı, hiç ellettirmezdi, en kıymetli eşyasıydı
onun için bir de cep saati vardı. Anılardan ayrıldıktan sonra biraz ilerideki
daktiloyu kesti, içinde tarifsiz bir duygu kıpraştı. Yazar olmanın getirdiği
bir şey olmalı diye düşündü. Antikacı amcanın çektiği tabureye oturdu. Amca
bilgece bir sesle “ Adın nedir senin genç” dedi.
“ Adım Faruk, senin adın ne peki
amcacım”
“ Benim
adım Cemşit, hem meslekten hem de kafadan dolayı bana antika Cemşit derler.”
Dedi Cemşit amca. Faruk birden duraksadı. Cemşit pek yaygın bir isim değildi.
Tam da Cemşit’i kaybetmişken bir başka Cemşit’i bulmuştu. Biraz suskun kaldı,
dişi kitlenmiş gibiydi. Cemşit Amca “ Ne o beğenmedin mi ismimi, bir rengin
attı bir şeyler oldu? “ dedi, yorgun sesiyle, biraz da yaşlılığın verdiği
alınganlıkla. Faruk derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. “ Estağfurullah
amca, beni buraya getiren olaylar da Cemşit ile başladı. Şöyle izah edeyim,
benim hayatta sahip olduğum tek ve en iyi dostumun adı da Cemşit’ti. Onu dört
gün önce kaybettik. İntihar etti, beni bırakıp gitti bir başıma. Sana biraz
önce bahsettiğim takip etme olayı vardı ya hani. İşte o kızı da Cemşit’in
cenazesinde görmüştüm. Daha önce hiç görmediğim birisiydi. Cemşit ile biz
kardeş gibiydik yani birbirimizin her şeyini bilirdik, tanıdıklarımız hep
ortaktı. O yüzden kim olduğunu öğrenmek istedim. Sanırım beni takip ediyor,
bugün beni fark etmiş olmalı ki kaçmaya başladı. Beni buraya getirdi ve taksiye
bindi gitti. Sanki seninle tanışmamı istiyor gibi değil mi? “ dedi bu son
cümleyi yeni kurmuştu ve kafasında şimşekler çakmaya başlamıştı. Her şey
aydınlanabilirdi, belki Cemşit amca tüm sorularına cevap verebilirdi. Anlatmayı
bitirdikten sonra umutla Cemşit amcanın yorgun ve yeşil gözlerine baktı. Aradığı
cevabı bulacağından emin gibiydi. Cemşit amca şaşırmıştı, sanırım anlam vermeye
ve Faruk’un anlattıklarını kafasında birleştirmeye çalışıyordu. Faruk’un
meraklı bakışlarıyla söze başladı. “ Faruk evladım, kaybın için üzüldüm. Ama
anlattıklarına bir anlam veremedim. O kız neden seni bana getirsin. Belli ki
büyük bir tesadüf olmuş. Zaten hayatta tesadüflerin ürünü değil midir? Dediğin
şekilde bir kız tanımıyorum ben, böyle bir şeyden haberim yok yani. Tesadüfe değil de kadere inanırım ama. Seni
buraya getiren ne tesadüf ne de o kız oldu. Seni buraya kaderin getirdi evlat.
Başından geçen olayları bir hatırla ne kadar planlanmış ne kadar tesadüf
olabilir ki? “ Faruk Cemşit Amcanın
dediklerini düşünüyordu. Bu aralar beyninin kendini bir şeylere bağlamaya
çalıştığını düşündü. Çünkü söylenilen her şey ona mantıklı geliyordu ve hemen
kabulleniyordu. Yine aynısı oldu, Cemşit amcanın dediği gibi başından geçen
olayları düşündü. Tesadüf olması imkânsızdı. Eğer planlanmışsa da mükemmel bir
plandı. Kader gibi şeylere fazla inanmazdı ama Cemşit amca o kadar etkileyici
konuşmuştu ki inanmaya başlamıştı. Çayı soğumuştu bir dikişte bitirdi. Birden
plansız bir şekilde ağzından “ iş arıyorum.” Cümlesi çıktı. Sanki Cemşit
amcanın yanında olmak ona iyi gelecekti. Bir umut onu işe alacağını düşündü.
“ Dükkânın halini görüyorsun evlat, pek büyük
sayılmaz, ama Allah’a şükür geçindiriyor, seni zengin etmez belki ama aç da bırakmaz.
Seni sevdim içi dışı bir, delikanlı bir gence benziyorsun. İnsanları bir
bakışta tanıdım artık ne de olsa otuz beş yıldır bu işi yapıyorum. Bende
yaşlıyım zaten çoğu şeyi yapamıyorum artık, akşam yedi dedin mi uykum geliyor.
Eğer sende kabul edersen gel bana yoldaş ol.”
Faruk bu
teklifi bekliyordu. Hiç düşünmeden “çok isterim” dedi. Aklındaki tek düşünce o
kızın tekrar buradan geçeceği ve bu sefer onu yakalayıp ne istediğini sormaktı.
Artık her şeyi akışına bırakmıştı. Bu yeni başlangıcın ilk günüydü ve pek de
kötü gitmiyordu. Hatta geçmişinin aksine çok iyi gittiği bile söylenebilirdi.
Antika Cemşit ile konuşup anlaştıktan sonra ertesi gün işe başlamak için dükkândan
dışarı çıktı. Hava kararmıştı, çalışanlar işten çıkmış evlerine yetişme
telaşıyla etraflarına bakmadan yürüyorlardı. Onlardan birisi Faruk’a çarptı ve
çantasından bir not düştü. Faruk yere düşen notu almak için eğildi, iki
parmağının ucuyla kıstırdı ve çekti. Ne yazdığını okumak için ikiye katlanmış
ve bir kısmı yırtılmış kâğıdı açtı ve okumaya başladı. “ Her son yeni bir
başlangıcı getirir, önemli olan noktayı koyduktan sonra büyük harfle başlamayı
unutmamaktır. Harflerinin küçülmemesi dileği ile G…” Kâğıt yırtılmış olduğu
için devamını okuyamadı ama tüyleri ürpermişti, kimliği meçhul sıradan bir
kimse onun yeni başlangıcını biliyordu sanki gülümsedi ve yürümeye devam etti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder