Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

10 Nisan 2013 Çarşamba

Bir Hikaye Denemesi Bölüm III


III.                    BÖLÜM:  YENİ BİR BAŞLANGIÇ


“ Hakkınızı helal ediyor musunuz? “
“Helal olsun.”
“Merhum için El- Fatiha”
Faruk dedesinin onu daha dokuz yaşındayken götürdüğü Cuma namazından sonra, camiye ilk gelişiydi. En son duasını da o zaman etmişti. Ama Cemşit için bir kez daha yapabilirdi. Fatiha suresini bilmiyordu. O yüzden ellerini açtı ve Allah’a Cemşit’i affetmesi için yalvardı. Cenaze fazla kalabalık değildi. Dergiden eski arkadaşlar, ortak sahip oldukları birkaç tanıdık ve daha önce Faruk’un hiç görmediği bir bayan. Faruk ağlamaktan kızarmış gözbebekleri ve uykusuzluktan morarmış gözaltıyla etrafını süzdü. Hep tanıdık yüzler görmeyi amaçlıyordu. Ama gözü baştan aşağı simsiyah giyinmiş olan, yirmili yaşlarda, esmer tenli, gözlerinde büyük güneş gözlüğü olan, saçlarını siyah bir şalla kapatmış, 1.65 boylarında ki kıza takıldı. Daha önce onu hiç görmemişti, tanıdık birisi değildi, buna emindi. Kim olabilirdi ki. Zihnini biraz zorladı, aklına kim olabileceği hakkında hiçbir şey gelmedi. Cenaze bitmiş herkes dağılmak üzereydi. Cemşit’in kimsesi olmadığı için taziyeleri de Faruk’a geliyordu. O yüzden Faruk biran önce eve geçmek istedi. Son bir kez Cemşit’in mezarına göz attı ve oradan ayrıldı.
                     Faruk eve geldiğinde Ruslan ve Nermin onları bekliyordu. Küçük evin bir odasına erkekler, biraz geniş olan mutfakta ise kadınlar oturuyordu. Faruk önce odaya girdi üç arkadaş vardı. Birisi derginin çaycısı Musa ağabey, diğerleri de Ruslan ve Ramazan. Onlara hoş geldiniz dedikten sonra mutfağa geçti orada ise sadece Nermin ve Musa ağabeyin karısı Nazan abla vardı. Onlara da hoş geldiniz dedi ve tekrar odaya döndü. Faruk’un aklı hâlâ cenazedeki o kızdaydı. Kimdi o onu düşünüyordu. Orada ne işi vardı. Tesadüfen gelmiş birisi olabilir miydi? Ama bu kadar tesadüfü de biraz zorlama olarak görüyordu. Misafirler gelip gidiyor ama Faruk’un zihnindeki o düşünce hâlâ saklı kalıyordu. O kızın kim olduğunu öğrenmeliydi. Orada neden sormadığına hayıflanırken, Ruslan Faruk’a “ Senin kafan bir şeye takılmış.” Dedi. Faruk sesin geldiği yere dönerek “ Nereden çıkardın onu, Cemşit’in gidişine nasıl dayanacağım bilmiyorum. “ dedi ve arkasını döndü. Ruslan “ Hayır bu başka bir şey seni tanıyorum. Ne zaman aklını kurcalayan bir şey olsa parmaklarını teker teker kütletirsin. Bu sefer biraz abarttın sanki dikkatli ol kırılacaklar.” Faruk Ruslan’ın haklı olduğunu biliyordu. Ona söyleyip söylememekte tereddüt etti. Sonra “ Cenaze de arka tarafta duran kızı hatırlıyor musun? Şu siyah giyimli, gözlüklü, siyah şallı kız.” Ruslan gözlerini kıstı ve cenazeyi hatırlamak için kendini zorladı. “ Ben öyle birisini hatırlamıyorum Faruk. Sen emin misin orada birisinin olduğuna? Kaç gündür uykusuzsun, üzgünsün belki hayal görmüşsündür.” Dedi, biraz kaygılı gözlerle Faruk’a baktı. Faruk Ruslan’ın dediklerinin doğru olabileceğini düşündü. Ama onu görmüştü oradaydı. Belki de Ruslan hatırlamıyordu. Evet, evet muhtemelen Ruslan hatırlamıyordu. Pek zorlamamıştı kendini hatırlamak için anlaşılan.
                    Faruk akşamı zor etmişti. Böyle şeylere pek ilgisi ve alakası olmadığı halde adettendir diye Musa ağabeyin karısı Nazan abladan rica etmiş, helva kavurtmuş ve dua okutmuştu. Zaten bir elin parmaklarını geçmeyen misafirler gittikten sonra kanepeye uzandı. Üzerinde birkaç günün yorgunluğu vardı. Bünyesi artık çökmüştü, bir an acaba bende mi öleceğim diye düşündü, sonra geçti. Cemşit’in ölümünün şokunu üzerinden atmıştı. Şimdi gerçek anlamıyla düşünmeye başlamıştı. Artık dergi yoktu, Cemşit yoktu, bugün aldığı bir haberle de Ruslan’ın Rusya’ya döneceğini öğrenmişti. Yapayalnız bir başına kalacaktı. Ev sahibi durumunu bildiği için ona birkaç ay mühlet vermişti, sözde kendisini toparlayabilmesi için. Öncelikle iş bulmalıydı. Daha sonra ev işini halledebilirdi. Bir an duraksadı ne iş yapabileceğini düşündü. Elinde yazma yeteneğinin yanında bir de çizme yeteneği vardı ki ikisi de bu devirde kolay iş bulunabilecek alanlar değillerdi. İçini büyük bir karamsarlık kapsadı. Uykuya dalmadan önce son bir kez daha cenazedeki kızın gerçek olup olmadığını düşündü ve cevabını bile getirmeden, günlerin yorgunluğuna yenik düştü.
                    Uyandığında saat sabah 11.43 ü gösteriyordu. Vücudunun dinlendiğini hissetti. Yatakta biraz gerildikten sonra, doğruldu biraz da oturur vaziyette durduktan sonra kalktı. Pencereye yöneldi, önce perdeyi sonra camı açtı. Kafasını dışarı doğru uzatıp ciğerlerini eve göre daha temiz olan havayla doldurdu. Artık hayata yeniden başlayacaktı. Çünkü sıfırlanmıştı, eskiye dair neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Üstünü giyindi, tekli koltuğa oturdu ve en son o koltuğa oturduğunda olduğu gibi  birden ayağa fırladı. Oraya nerden geldiğini bilmediği müzik setinin kumandası yine koltuğa sıkışmış ve o da üstüne oturmuştu. Bu sefer kumandayı eline aldı tam fırlatacakken vazgeçti, pencereden aşağı salladı. Ardından hiç oturmadan kendisini sokağa attı. Nereye gideceğini bilmez bir vaziyette dolaşıyordu. Şehrin tam göbeğinde bulunan sinemanın önünden geçerken karşı kaldırıma doğru kafasını çevirdi. Karşıda ki broşür dağıtan genç adama bir şeyler anlatmaya çalışan kıza dikkatlice baktı. Evet, oydu, Cemşit’in cenazesinde gördüğü o genç kızdı. Dikkatlice baktı, yanılıyor olmaktan korkuyordu. O olduğuna emin olduktan sonra karşıya geçip kim olduğunu sormayı düşündü. Yeşil ışığın yanmasını beklerken kız hareketlendi ve ara sokağa girdi. Faruk da hemen arkasından hızla yürümeye başladı. Kızın acelesi olmalıydı, çünkü ayağındaki topuklu ayakkabıya rağmen oldukça hızlı yürüyordu.  Faruk birden heyecanlandı, kendisini kızı takip ederken görünce aklına okuduğu bir roman geldi. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ındaki gibi kızı kaçırmaktan korkuyordu. Aklında bu düşünceler dolanırken korktuğu başına geldi ve kız caddenin köşesinde bulunan antikacının önünde çevirdiği taksiye bindi. Faruk arkasından koştu ama yetişemedi, biran endişelendi, yanlış anlaşılmaktan korktu. Kızı taksiyle takip etmek istedi ama cebinde sadece akşam yemeğini çıkartacak kadar para vardı. Bir kez daha parasızlığına küfür etti, antikacının önünde bulunan çöp kutusundan düşmüş pet şişeyi tekmeledi ve kendi kendine söylenmeye başladı. “Bu işte bir iş var “ deyip duruyordu. Aklından onlarca düşünce geçirdi. Kız acaba onu mu takip ediyordu. Evet, olabilirdi, “onu fark ettiğimi görünce broşürcü çocukla konuşuyormuş gibi yaptı sonra peşinden gelince de kaçtı, baktı yakalayacağım taksiye bindi.” İçinden bunları geçiriyordu. Ona oldukça mantıklı gelmişti. Ama neden onu takip ediyordu. Bu soruya bir cevap bulamadı. Kimseye borcu yoktu, Aslı gittikten sonra da hayatına hiçbir kız girmemişti. Hatta dergideki kızlar dışında konuştuğu bir kız bile yoktu. Acaba dergiden bir hayranı olabilir miydi? Bu düşünce de kafasına yatmıştı. Kaldırımın ortasında düşüncelere dalmışken antikacıdan çıkan yaşlı bir sesle irkildi. “ Hayırdır delikanlı bir sorun mu var? Deminden beri seni izliyorum, pet şişeyi tekmelemeler, kendi kendine konuşmalar falan, iyi misin? İçeri gel, bir su vereyim kendine gel.” Faruk biran nerde olduğunu unutmuştu. “ doğru ya, herkes beni deli sanacak” dedi içinden. Yaşlı sesin geldiği amcaya dönerek “ Sağ ol bey amca, birini takip ediyordum da.” Yaşlı amcanın tuhaf bakışlarından sonra ekledi.” Yani takip ediyorum derken, onu daha önce de görmüştüm de orada ne işi vardı diye, şimdi tuhaf oldu biliyorum ama öyle amca, ama kötü bir niyetim yok vallahi.” Faruk anlatma çalışırken daha da saçmaladığının farkına vardı, sustu. “ Hele geç bir içeri delikanlı, bir soluklan, çayımı iç, derdini anlat bakalım. “ dedi yaşlı amca. Faruk teklifi geri çevirirse daha fazla yanlış anlaşılacağını düşündü ve içerdi girdi.
                     İçeride çok değişik, aşina olmadığı ama hoşuna giden bir koku vardı. Antikacı dükkânı dar uzun bir koridoru andırıyordu. Sağ tarafında eski bir dolap vardı. Sanırım Osmanlı zamanından kalma diye düşündü, onun önünde ne olduğunu anlayamadığı ama teraziyi andıran bir şey vardı. Sol tarafında ise duvara asılmış bir halı vardı. Üzerinde Arapça yazılar bulunuyordu. Üzerindeki desenler bir savaşı anlatıyor olmalıydı. Tam aklından antikacıların olmazsa olmazı pikabı geçirirken bir sehpanın üzerinde duran radyoya gözü ilişti. Hatırlamıştı, dedesinin de buna benzer bir tane radyosu vardı, hiç ellettirmezdi, en kıymetli eşyasıydı onun için bir de cep saati vardı. Anılardan ayrıldıktan sonra biraz ilerideki daktiloyu kesti, içinde tarifsiz bir duygu kıpraştı. Yazar olmanın getirdiği bir şey olmalı diye düşündü. Antikacı amcanın çektiği tabureye oturdu. Amca bilgece bir sesle “ Adın nedir senin genç” dedi.
                “ Adım Faruk, senin adın ne peki amcacım”
                  “ Benim adım Cemşit, hem meslekten hem de kafadan dolayı bana antika Cemşit derler.” Dedi Cemşit amca. Faruk birden duraksadı. Cemşit pek yaygın bir isim değildi. Tam da Cemşit’i kaybetmişken bir başka Cemşit’i bulmuştu. Biraz suskun kaldı, dişi kitlenmiş gibiydi. Cemşit Amca “ Ne o beğenmedin mi ismimi, bir rengin attı bir şeyler oldu? “ dedi, yorgun sesiyle, biraz da yaşlılığın verdiği alınganlıkla. Faruk derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. “ Estağfurullah amca, beni buraya getiren olaylar da Cemşit ile başladı. Şöyle izah edeyim, benim hayatta sahip olduğum tek ve en iyi dostumun adı da Cemşit’ti. Onu dört gün önce kaybettik. İntihar etti, beni bırakıp gitti bir başıma. Sana biraz önce bahsettiğim takip etme olayı vardı ya hani. İşte o kızı da Cemşit’in cenazesinde görmüştüm. Daha önce hiç görmediğim birisiydi. Cemşit ile biz kardeş gibiydik yani birbirimizin her şeyini bilirdik, tanıdıklarımız hep ortaktı. O yüzden kim olduğunu öğrenmek istedim. Sanırım beni takip ediyor, bugün beni fark etmiş olmalı ki kaçmaya başladı. Beni buraya getirdi ve taksiye bindi gitti. Sanki seninle tanışmamı istiyor gibi değil mi? “ dedi bu son cümleyi yeni kurmuştu ve kafasında şimşekler çakmaya başlamıştı. Her şey aydınlanabilirdi, belki Cemşit amca tüm sorularına cevap verebilirdi. Anlatmayı bitirdikten sonra umutla Cemşit amcanın yorgun ve yeşil gözlerine baktı. Aradığı cevabı bulacağından emin gibiydi. Cemşit amca şaşırmıştı, sanırım anlam vermeye ve Faruk’un anlattıklarını kafasında birleştirmeye çalışıyordu. Faruk’un meraklı bakışlarıyla söze başladı. “ Faruk evladım, kaybın için üzüldüm. Ama anlattıklarına bir anlam veremedim. O kız neden seni bana getirsin. Belli ki büyük bir tesadüf olmuş. Zaten hayatta tesadüflerin ürünü değil midir? Dediğin şekilde bir kız tanımıyorum ben, böyle bir şeyden haberim yok yani.  Tesadüfe değil de kadere inanırım ama. Seni buraya getiren ne tesadüf ne de o kız oldu. Seni buraya kaderin getirdi evlat. Başından geçen olayları bir hatırla ne kadar planlanmış ne kadar tesadüf olabilir ki?  “ Faruk Cemşit Amcanın dediklerini düşünüyordu. Bu aralar beyninin kendini bir şeylere bağlamaya çalıştığını düşündü. Çünkü söylenilen her şey ona mantıklı geliyordu ve hemen kabulleniyordu. Yine aynısı oldu, Cemşit amcanın dediği gibi başından geçen olayları düşündü. Tesadüf olması imkânsızdı. Eğer planlanmışsa da mükemmel bir plandı. Kader gibi şeylere fazla inanmazdı ama Cemşit amca o kadar etkileyici konuşmuştu ki inanmaya başlamıştı. Çayı soğumuştu bir dikişte bitirdi. Birden plansız bir şekilde ağzından “ iş arıyorum.” Cümlesi çıktı. Sanki Cemşit amcanın yanında olmak ona iyi gelecekti. Bir umut onu işe alacağını düşündü.
                   “ Dükkânın halini görüyorsun evlat, pek büyük sayılmaz, ama Allah’a şükür geçindiriyor, seni zengin etmez belki ama aç da bırakmaz. Seni sevdim içi dışı bir, delikanlı bir gence benziyorsun. İnsanları bir bakışta tanıdım artık ne de olsa otuz beş yıldır bu işi yapıyorum. Bende yaşlıyım zaten çoğu şeyi yapamıyorum artık, akşam yedi dedin mi uykum geliyor. Eğer sende kabul edersen gel bana yoldaş ol.”
Faruk bu teklifi bekliyordu. Hiç düşünmeden “çok isterim” dedi. Aklındaki tek düşünce o kızın tekrar buradan geçeceği ve bu sefer onu yakalayıp ne istediğini sormaktı. Artık her şeyi akışına bırakmıştı. Bu yeni başlangıcın ilk günüydü ve pek de kötü gitmiyordu. Hatta geçmişinin aksine çok iyi gittiği bile söylenebilirdi. Antika Cemşit ile konuşup anlaştıktan sonra ertesi gün işe başlamak için dükkândan dışarı çıktı. Hava kararmıştı, çalışanlar işten çıkmış evlerine yetişme telaşıyla etraflarına bakmadan yürüyorlardı. Onlardan birisi Faruk’a çarptı ve çantasından bir not düştü. Faruk yere düşen notu almak için eğildi, iki parmağının ucuyla kıstırdı ve çekti. Ne yazdığını okumak için ikiye katlanmış ve bir kısmı yırtılmış kâğıdı açtı ve okumaya başladı. “ Her son yeni bir başlangıcı getirir, önemli olan noktayı koyduktan sonra büyük harfle başlamayı unutmamaktır. Harflerinin küçülmemesi dileği ile G…” Kâğıt yırtılmış olduğu için devamını okuyamadı ama tüyleri ürpermişti, kimliği meçhul sıradan bir kimse onun yeni başlangıcını biliyordu sanki gülümsedi ve yürümeye devam etti. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder