IV. BÖLÜM: ÖZLENEN ANILAR
Alarmın çalmasıyla ürpermesi bir oldu
Faruk’un. Uzun zamandır bu sese uzak
kalmıştı. Ne kadar rahatsız edici bir ses olduğunu tekrar hatırladı. Elini sağ
taraftaki sehpanın üzerinde bulunan ve tam olarak 7.45’i gösteren dijital saate
uzattı. Saati göz hizasında havaya kaldırıp kaçı gösterdiğini görebilmek için
gözlerinden bir tanesini zorla da olsa açtı ve baktı. İçinden bu saatte
kalkılır mı diye küfür ederek saati erteleme düğmesine basıp tekrar uyumaya
koyulacaktı ki birden aklına dün akşam ki not kağıdı geldi. Zaten onu
düşünmekten gece boyu uyuyamamıştı. Şimdi tekrar aklına getirerek uykusunu
kaçırdı. Bu yöntem alarmdan daha etkili bir yöntem olmuştu. Daha sonra bugünün Pazar olduğu ve dükkanın
geç açılacağı aklına gelince bir kez daha küfürü koyuverdi. Ama bu sefer o
kadar yüksek sesle söylemişti ki kendi bile utanmıştı bir an. Sabah daha
erkendi işine gitmesi için daha üç saati vardı. Geri uyumaya çalışırsa
kalkamayacağını biliyordu. O yüzden yatağın içinde fazla kalmak istemedi ve bir
iki gerindikten sonra doğruldu. Üzerindeki battaniyeyi kenara savurdu, başını
iki elinin arasında alarak gözleri ovaladı ve ayağa kalktı. Önce pencereden
dışarıya bir göz attı, güneş gözlerini kamaştırınca geri döndü, banyoya yöneldi.
Girip bir güzel duşunu aldıktan sonra mutfağa gidip bir şeyler hazırlamak için
harekete geçti. Dolapta zeytin ve peynirden başka yiyecek bir şey olmadığını
görünce akşam için bir liste yapayım diye düşündü. Çeyrek ekmeğin arasına
peyniri koyup sallama çayla afiyetle bir güzel yedi. Daha bir saat vardı evden
çıkmasına ve oyalanacak bir şeyler aradı. Aklına çalışma odasındaki dolabın en
alt çekmecesi geldi. Özel diye nitelendirdiği her şeyi oraya atardı. Biraz
karıştırayım diye oraya yöneldi. Çekmeceyi açtı, içinde misafirliğe gelmiş bir
çocuğun gizli çekmeceleri karıştırması gibi bir heyecan vardı. Anlam veremedi,
çekmeceyi çekti ve içinde bulunan eski bir ayakkabı kutusunu eline aldı.
Kapağını açar açmaz önce kulağından başlayan sonra sırasıyla ensesi, sırtı ve
bacaklarına doğru inen bir sıcaklık vücudunu kapladı. Göğüs kafesi sıkışmaya
başladı, nefes alış-verişlerinde düzensizleşme vardı. Gözleri yanmaya başladı,
Avuç içlerinin terlediğini hissedebiliyordu, yerinde duramıyordu sanki her yer
yanıyordu ve nereye dokunsa canı acıyordu. Böyle olmayalı uzun zaman olmuştu.
Kaçırdığı gözlerini tekrar kutunun içine dikti. En üstte kendisinin ikisini
çektiği ve onu yanağından öptüğü fotoğraf vardı. Bu fotoğrafı çok severdi çünkü
çok doğal geliyordu ve onu ne kadar sevdiğini kendi gözlerinden
görebiliyordu. Elleri titreyerek
fotoğrafı aldı, derin bir iç çektikten sonra kenara bıraktı.
Faruk'un gözleri doldu, boğazı
düğümlenmişti. Bir an nefes alamadığını hissetti. Çenesi titriyordu, elleri ise
kendinden bağımsız hareket ediyorlardı. Oturduğu için şükretti çünkü ayakta
olsa çoktan yere yığılmıştı. Bu fotoğrafı hâlâ dün gibi hatırlıyordu. Sadece
kendine unutmak adını verdiği bir yalanla yaşıyordu ve bu yalan zaman zaman
gerçeklerle örtüşmekte sorun çıkartıyordu.
Saat 9’u 55 geçiyordu.
Faruk ilk gününden işine geç kalmamak için siyah spor ayakkabılarını giyip yola
koyuldu. Cemşit amcanın ona dükkanı açacağını söylediği saate daha otuz beş
dakika vardı. Faruk da bu zamanı yürüyerek geçirmeyi tercih etti. Kestirme olan
ara sokakları kullanmayı çok severdi. Yine öyle yaptı. Pazar günü olduğu için
sokaklar pek hareketli değildi. Sadece okulu olmayan küçük çocukların sokakta
oynadığı ufak oyunların sesleri vardı. Birkaçına takıldıktan sonra hızla
yürümeye devam etti. Dükkana yaklaştığında Cemşit amca’yı da köşeyi dönerken
gördü. Geç kalmadığına tam sevinecekti ki dükkanın açık olduğunu ve Cemşit
amca’nın elinde de poğaçalar olduğunu gördü. İçinden daha ilk günden hiç iyi
olmadı diye sayıklayarak dükkana girdi. Biraz mahçup bir şekilde Cemşit Amca’yı
selamladı. Sonra özrünü bildirmek için sıkkın bir ifadeyle :
“ Günaydın Cemşit Bey.
Kusura bakmayın daha ilk günden geç kaldım. Aslında erkende uyanmıştım ama
biraz yürümek istedim. Birde siz geç açacağım deyince ağırdan aldım. Özür
dilerim bir daha olmayacak."
Faruk sözünü bitirdikten sonra
Cemşit Amca’nın suratında hınzırca bir gülümseme vardı. Sanki Faruk’un bu
sıkkın hali hoşuna gitmişti. Elindeki poğaçaları masanın üzerine koydu. İki
temiz çay bardağı çıkartıp yeni demlendiği belli olan sıcak çayları doldurdu.
Faruk’un sıkkın bakışlarına dayanamayınca konuşmaya başladı :
“Gel Faruk gel. Suç sende
değil benim eski alışkanlıklarımda işte. Yılların verdiği o erken kalkma
alışkanlığıyla alakalı. Uyuyamadım kalktım geldim bende dükkanı açtım. Hem
dedim evladıma bir sabah kahvaltısı ısmarlayayım ilk günün hatırına. Çekinme
çekinme gel otur. “
Faruk masaya
oturdu. Çayı şekersiz içiyordu ve aklı
karışık bir şekilde çayını yudumladı. Cemşit çok tuhaf bir adamdı. Ama değişik
bir şekilde de çekiciliği vardı. Bir baba yahut daha çok bir dede çekiciliğiydi
bu. Sevimli, tonton dedikleri cinsten bir dede. Faruk hiç konuşmadan poğaçaları
yiyip çayını içtikten sonra işe başlamadan önce Cemşit Amca’ya bir konuyu açmak
istiyordu. Kendisi konuyu açamadığı için Cemşit’in anlamasını ister gibi bir
şey söylemeye çalışıyormuş da çıkmıyormuşcasına bir şeyler yapmaya başladı.
Cemşit bu durumu anlamış olacak ki gözlük camlarının ardından tepeden bir
bakışla Faruk’a anlatması için bir işaret attı. Faruk bu onayı alınca anlatmaya
başladı.
“ Cemşit Amca dün ben dükkandan çıktıktan sonra birisi bana
çarptı ve çantasından bir şey düşürdü. Bende eğildim aldım onu meraklanıp
okudum belki bir şeyler çıkar diye hani. Ama kağıtta “ Her son yeni bir
başlangıcı getirir, önemli olan noktayı koyduktan sonra büyük harfle başlamayı
unutmamaktır. Harflerinin küçülmemesi dileği ile G…” yazıyordu. Kağıt yırtılmış
olduğu için devamını bilmiyorum. “G” bir ismin baş harfi mi yoksa başka bir şey
mi ya da bu notu düşüren kişi beni tanıyor mu falan bunlar gece boyu aklımı
kurcaladı. Bu kadar şey üst üste tesadüf olabilir mi bilmiyorum. Yani ben
olmayacağına inanıyorum. O yüzden eğer bu notu birisi bana bilerek yolladıysa
ve o da şu hani bahsettiğim kızsa eğer illa tekrar buralara gelecektir. Dükkana
beni görmeye gelebilir belki yeni bir not bırakmak için falan. Bende bir şey
düşündüm hem dükkan için iyi bir iş olabilir hem de benim işim görülebilir.
Şöyle bir şey düşünüyorum. Bu dükkana gelen müşteri potansiyeli belli. Bazı
yerlerde olduğu gibi dilek ağacı ya da köşesi gibi bir şey yapsak. Herkes belli
notlar ve tarih yazsa assa o ağaca, sonra desek ki işte bunlar burada tarih
olacaklar. Hem antikacı için güzel bir reklam ve güzel bir proje olabilir hem
de ben bu notu yazanı el yazısından bulabilirim. Ne dersin ? “
Cemşit Faruk’a biraz
düşünceli bir ifadeyle baktı. Aklından Faruk’un söylediklerini tarttığı belli
oluyordu. Sağ elini pek saç kalmayan kafasına attı. Birazcık kaşıdıktan sonra
bir şey söylemek için nefesini içine çekti sonra vazgeçip geri verdi. Sonra
tekrar nefesini içine çekti ve bu sefer konuşmaya başladı :
“ Şimdi evladım ,
söylediklerin güzel düşünceler. Ama biz bir cafe değiliz ki böyle işler tutsun
burada. Ama dersen ki ben bunu bizim dükkanımıza uydururum o zaman harika
şeyler ortaya çıkartabilirsin. Bu arada çok zeki bir gençsin. Ben kaç yaşıma
geldim aklıma hiç böyle bir fikir gelmemişti. Dedektifçilik oynamak he.
Tamamdır ya hoşuma gitti bu iş. Yapalım şunu eğlenceli olacak. Hem de sen
sevineceksin, işin görülecek. Tamamdır tamam.”
Faruk Cemşit Amca’nın bu
işi kabul etmesine sevinmişti . Gerçekten bu aralar biraz dedektifçilik
oynayabilirdi. Üst üste gelen bu esrarengiz olayları çözmek kendisine kalmıştı.
İşe de en son eline geçen şeyden, not kağıdından başlayacaktı. Böylece her
şeyin çorap söküğü gibi geleceğini hissediyordu. Hatta bu işi çözdükten sonra
biraz geçmişe dönüp terk edilmesinin gerçek sebeplerini araştırmayı
düşünüyordu. Bir an onu mu önce yapmalıyım diye düşündü. Daha sonra bundan
vazgeçti. Bu mesele ondan daha önemli olabilirdi. Hatta zaman zaman Cemşit’in
intiharıyla bağlantılı olabileceğini aklından geçiriyordu. Çünkü hâlâ onun
böyle bir şey yapabileceğine inanamıyordu. Faruk gün boyu aklından bu
düşünceleri geçirdi. Olayları kendince bir sıraya koydu. Bu arada gelen birkaç
müşteriye doğum günü hediyesi sattı. En çok da arkadaşına 45’lik almaya gelen
on yedi yaşındaki çocuk hoşuna gitmişti.
Çünkü gençlerin eskilere özenmesi güzel bir şeydi. Faruk da popüler kültürden
pek hazzetmeyen birisiydi. Pek fazla iş olmayınca dükkanı kapatıp çıktılar.
Faruk Cemşit Amca’ya yarın, konuştukları mevzu için malzemeye alacağını ve
biraz geç kalabileceğini söyledi ve durağa yanaşan otobüse yetişmek için
koşturdu. Otobüse yetişmişti ancak nefes nefese kalmıştı. Boş bir yer bulup
oturdu ve başını cama dayayıp olmuş ve olacakları hayal ederek evine doğru yol
aldı.
sürükleyici.. gündelik hayata yakın söylemler.. okuyucuya dost bir öykü dizisi :)
YanıtlaSil